17 Temmuz 2012

Beşiktaş 4-2 Klagenfurt



Kamp sürecinin en heyecan veren dönemlerindendir hazırlık maçları. Yeni isimler sahne alır, genç takımdan oyuncular şans bulur, yeni başlangıç ve hedefler konuşulur. Güzeldir izlemesi. Oyuncular daha bir hırslı oynarlar, yere düşüp canları acısa bile oyundan çıkmamak için doğrulurlar hemen. O açıdan dün oynanan maçı izlemekte bu anlamda keyifliydi.

Sahaya kalede Umut, geri dörtlüde Rıdvan, Berat, Sezer, Erkan, orta sahada ise Oğuzhan, Mehmet, Mertcan Aktaş ve Burak Kaplan ile başladı Beşiktaş. İleri uçta ise geçen sezon A2'de başarılı maçlar çıkarmış Kadir Arı ile Mehmet Akyüz vardı.

Beşiktaş sahaya 4-3-1-2 formasyonunda dizildi ve oyunu yönetme yetkisi Burak Kaplan'a verilmişti. Mertcan, Oğuzhan ve Mehmet ise ona geriden destek verme çabasındaydı. Kara kartallar maça istekli başlasa da geriden stoperlerin topu orta sahadaki oyunculara taşıyamaması zaman zaman takımın bocalamasına sebep oldu. Dolayısı ile bu başta Sezer olmak üzere defans oyuncularının bazı pas hataları yaşamasına sebebiyet verdi. Benzer bir hatayı yine aynı şekilde Rıdvan'dan ve Berat'tan da gördük.

Bunların dışında sol bekte Erkan Kaş'ı görünce şaşırdım. Sağ ve sol önde görmeye alıştığımız ve geçen sezon Rize'de oldukça iyi bir sezon geçirdiğini söyleyebileceğim Erkan'ın sol bek'te işi nedir acaba diye düşünmeden edemedim. Yine de mevkisini çok yadırgamadan elinden geleni yaptı. Arada bazen hamlelerde geç kalmasını da o yüzden anlayışla karşılıyorum. Ben yine de Erkan'ın önde oynamasının daha doğru olacağını düşünüyorum. İkinci devre sol önde yaptığı katkı ve attığı golde buna en güzel örnek oldu.

Oyun kurmakta zorlanınca rakip beklenenden daha çok atak yapar oldu. Bu dönemde Umut'un kendine olan güveni ve saha içindeki performansını cidden takdir ettim ama topu oyuna sokarken hatalı tercihler yapması, ellerini nerdeyse hiç kullanmaması büyük ve önemli bir eksik. Şüphesiz Umut'un maç tecrübesine ihtiyacı olduğunu düşünenlerdenim. O açıdan düzenli forma giyebileceği bir takımda en azından 1 sezon forma giymesi, kendisinin gelişimi için çok önemli olacaktır.

Maçın ilk yarısındaki en büyük sorun orta sahadaki oyuncuların defanstan topu alıp, ileri taşıma konusunda yeterince etkili olamamasıydı. Oyuncuların birbirlerini tanımamasının verdiği en büyük handikaplardan birisi bu oldu. Özellikle Oğuzhan'ın bu kargaşa futbol içinde zorlanmasına rağmen, sabırla takımı topa sahip olmaya zorlamasını çok başarılı buldum. Takımdaki bocalama devam ederken Mertcan Aktaş'ın sağdan bindiren Rıdvan'ın koşu yoluna bıraktığı pasın ardından, Rıdvan rakibini geçip sol ayağı ile şutunu çekti ama kaleci topu tokatlamayı başardı. Sezgisi çok kuvvetli bir oyuncu olan Kadir olması gerektiği yerdeydi ve seken topu tamamlayarak skoru değiştirdi.

Golden sonra Beşiktaş daha rahat bir futbol sergilemeye başladı ve takımın komutanı rolündeki Burak Kaplan çok sevdiği noktaların birinden kazandığı serbest vuruş sonrası skoru 2-0'a getirdi. Bu golün kesinlikle tesadüf olmadığını belirtmekte fayda var. Burak duran toplardaki yeteneğini fırsat bulursa daha fazla sergileyecektir. Özellikle çapraz köşelerden şutları kadar, ortaları da çoğu Beşiktaşlıyı heyecanlandıracaktır. Alt yapılarda oyun kurucu olarak oynamışlığı olsa da, istemsiz bir şekilde sola doğru kaymasını da çok yadırgamamak gerekir. Sonuçta uzun süredir sol ve sağ önde oynuyor kendisi.

Kara kartallar ikinci devreye bazı değişikliklerle başladı. Öncelikle geri dörtlü komple değişti. Solda Emre Özkan, ortada Ersan ve Atınç, sağda da Tanju Kayhan forma giydi. Orta sahada ise Mertcan Demirer ve Furkan Şeker forma şansı buldular. Sol bekte Emre'nin şans bulması ile Erkan Kaş sol öne kaydı ve bildiğimiz mevkisindeki yerini aldı.

Bu devre sahaya 4-4-2'ye yakın bir diziliş ile çıktı Beşiktaş. Oyuncuların  maçın başında bocalamasının bir benzerini de bu devredeki oyuncular yaşadı. Orta alana yakın bir yerde Tanju'nun hatalı pasında hızlı atağa çıkan Klagenfurt, defansı hazırlıksız yakalayınca skoru 2-1'e getirdi. Kısa süre içinde takım toparlandı ve ilk önce Oğuzhan'ın kendi getirdiği topta defans arkasına bıraktığı harika pasla kale yoklandı. Hemen ardından da Tanju'nın sağ taraftan sol ayağı ile kestiği ortada Mehmet Akyüz golle buluştu. Akyüz'ün maç boyunca istekli görüntüsü de Beşiktaş için çok önemli. Geçen sezon kadroda yer alan ama nerdeyse hiç şans tanınmayan Mehmet, bu sezon eline geçecek fırsatı umarım doğru kullanır ve başarılı olur. Mehmet rakip sahada sergilediği baskı ve enerjisi ile uzun maratonda fayda sağlayacaktır.

Maçın temposu tam düşüyor derken Erkan'ın soldan içeri sokulması ve sağ ayağı ile çektiği şutun gol olması maçın en güzel sahnelerinden birisiydi. Kalan sürede kampın gözde isimlerinden biri olduğunu bol bol duyduğumuz, okuduğumuz Ümit'i az da olsa görme şansı bulduk. Son dakikalardaki seri oyuncu değişiklikleri ile takım doğal olarak oyundan düştü ve kısa süre sonrada Klagenfurt'un penaltıdan gelen golü ile maçın skoru belirlenmiş oldu.

Oyuncuları görmek açısından başta da dediğim gibi bu tip maçlar önemlidir. Hafif sakatlıkları dolayısı ile dün göremediğimiz iki isim olan Muhammet ve Hasan'ı da umarım diğer maçlarda izleme şansımız olur. Bir sonraki maçımız olan City maçında ideal 11 oyuncularının çoğunlukta olacağı kadronun neler yapacağını merakla beklemekteyim.


8 Temmuz 2012

Şenol Birol Gol

Son günlerde yazılı ve görsel basında sıkca Beşiktaş'ın oyuncularının rakip takımlara yollandığını okuyoruz ya da izliyoruz. Fotoşoplanan oyuncuların üzerinde rakip takım formaları, ilginç manşetler derken, Egemen Korkmaz'ın Fenerbahçe transferi bana çok eski bir transfer hikayesini hatırlattı. Birol ile Şenol'un hikayesini!

Birol Pekel zamanında Beylerbeyi Spor Kulübünde basketbol oynarken, tesadüf eseri Baba Hakkı'nın dikkatini çeker ve kendisini Beşiktaş futbol takımına davet eder. Birol 1959/60 sezonundan itibaren Beşiktaş'ın sol tarafına hayat verir. 1962/63 sezonu sonuna kadar 131 maçta forma giyer ve 26 gol ile Beşiktaş'ın Şenol Birolla beraber en önemli isimlerinden biri olur.

Şenol Birol ise Sarıyer forması giyerken ülkenin en çok konuşulan genç forvetlerinden biridir. Üç büyüklerin içinden Baba Hakkı'nın Beşiktaş'ı transferi başarı ile tamamlar ve Şenol da Birol gibi 1959/60 sezonundan itibaren Beşiktaş için ter döker. Şenol ile Birol mükemmel bir ikili olurlar, hatta 1962/63 sezonunda Şenol 41 maçta attığı 34 golle Beşiktaş tarihinin bir sezonda en çok gol atan futbolcusu olur ve bu rekoru hala elinde tutmaktadır.

O dönemin efsane tezahüratı ise Şenol Birol Gol'dür. Bu ikili ülkenin en gözde iki futbolcularındandır ve başta Fenerbahçe ve Galatasaray olmak üzere her takımın ilgisini çekerler. O dönemin transfer olayları farklıdır. Oyuncular başkaları kapmasın diye '' kaçırılır '', herkesten uzak yerlerde saklanır ve zamanı geldiğinde doğrudan notere imzaya götürülürler. Şenol ile Birol'ün hikayesi de böyle olur. Ekonomik anlamda zorluk çeken Beşiktaş'ın bu iki oyuncusuna Fenerbahçe talip olur. Fenerbahçe o dönemin parası ile 100.000TL gibi rekor bir ücret teklif eder bu iki oyuncuya. Bu para Beşiktaş'tan aldıklarından çok fazladır! Zaten Beşiktaş'ın da bu paraları ödeyecek bütçesi yoktur. Oyuncular gitti gidecek derken, dönemin Amigosu Kafa Sebahattin ( Çayıroğlu ) , bu ikilinin kaldıkları evi bulur ve yanlarına gider. Oyunculara kalmaları için çok dil döker ama ikna edemez. Sonuç olarak Şenol Birol Gol tezahüratları ile efsaneleşen bu ikili Fenerbahçe forması giyerler.

Taraftar üzgündür, sonuçta uğruna tezahüratlar yaptıkları en önemli iki oyuncusunu kaybetmiştir. Baba Hakkı, bu iki oyuncu hakkındaki şu cümlesi ile olaya nokta koyar;

'' Şenollar Birollar gider, Yusuflar, Sanlılar gelir  ''

Dediği gibi de olmuştur. Şenol ve Birol Fenerbahçe'de başarı ile forma giyerler ve şampiyonluklar yaşarlar, iyice ünlenirler filmlerde boy gösterirler. Hatta Fenerbahçedeki ilk sezonlarında Şenol'un son dakika golü ile Beşiktaş'ı yenmeyi başarırlar ve o sezon Beşiktaş'ın 1 puan önünde ligi birinci bile bitirirler.


Sanlı Sarıalioğlu ( Sanlı Kaptan ) ve Yusuf Tunaoğlu ise isimlerini Beşiktaş tarihine yazarlar. 1965/66 ve 1966/67 sezonunda yaşanan şampiyonlukların en önemli isimleri olurlar. Yusuf'u çıplak gözle izlemiş olanların hepsinin ortak görüşü, Beşiktaş'ın gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcusu olduğudur.



Bugün tarihin tozlu sayfalarında rekorlar kırmış dahi olsa golcü Şenol ve müthiş solak Birol'u hatırlayanlar azdır ama Sanlı Kaptan ve Yusuf' her daim Beşiktaşlı'nın gururu olmuştur.

Bu arada biri Egemen mi dedi? Egemenler gider, Ersanlar gelir...

2 Temmuz 2012

Şampiyon İspanya



Yazacak, konuşulacak çok şey yok aslında. Barcelona modelinin bir uzantısı olan bu milli takım, Real Madrid'den takviyelerle günümüz futbolunun zirve noktası olduğunu bir kez daha ispatladı ve bir daha kırılması zor bir rekora imza attı. Oynadıkları futbolu beğenmiyor olsam da, dün sahada turnuva genelinden çok farklı bir takım vardı.

Golü erken bulduktan sonra paslarla rakibi de, ekran karşısındakileri de çılgına çeviren İspanya gitmiş, yerlerine gol atmaya programlanmış bir takım gelmişti. Bir final maçında 4 gol atmak kolay bir şey değil. Gerçek anlamda aradaki siklet farkını görmek açısından önemli bir maçtı ve İspanya istediği sürece yenilmeyeceğini herkese gösterdi. Dün İtalya'nın yerinde Almanya'da olsa değişen bir şey olmazdı diye düşünüyorum. Zira İspanyolların ayağına topu verdiğiniz sürece, kazanma şansınız onların hatalarına bakıyor.

İspanyolları en çok zorlayan Portekiz milli takımı olmuştu. Turnuva genelinde yedikleri sadece 1 gol ile en iyi savunma modelinin topu ayakta tutmak olduğu gerçeğini herkese bir kez daha öğrettiler. Bu pas trafiğini bozmak için takım halinde önde basmayı tercih eden Portekiz, bu sistemi bozmaya en çok yaklaşan ekip oldu. Futbol anlayışlarının benzerliklerinin de bunda payı yüksekti tabi.

David Villa'nın sakatlığından dolayı olmamasının ciddi bir handikap olacağını düşünüyordum ama görev paylaşımını o kadar iyi yaptıki İspanyollar, hayran kalmamak elde değildi. Bazen Silva çıktı sahneye, goller attı,attırdı, o olmayınca Fabregas sahne aldı, o da olmayınca ''baby-face'' Torres çıktı golleri ile yine sırtladı İspanya'yı. Aynı şekilde Puyol'un olmayışı geri dörtlünün dizilişinde farklılıklara yol açmış, Ramos stopere geçmişti. Ramos'un yerine de Arbeloa dahil olmuştu. Buna rağmen gayet başarılı bir performans gösterdiler ve sadece 1 gol yiyerek turnuvayı kapattılar.

İspanya'yı gerçekten takdir ediyorum ve her ne kadar oynadıkları futbolu bazen bıktırsa dahi, bu altın jenerasyonu izleyebildiğimiz için şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Umarım 2014'de başarısız olurlar, yoksa böyle devam ederse turnuvalar iyice sıkıcı olmaya başlayacak.

Euro 2012'nin Enleri!

En iyi kaleci; Turnuva'nın boyunca nerdeyse hatasız bir oyun sergileyen ve Portekiz maçında penaltılarda gösterdiği performans ile takımının şampiyon olmasında en önemli paylardan biri onundu. İker Casillas!

En iyi stoper: Gerard Pique'nin İspanyolların sistemi içindeki yeri gerçekten çok önemli. Hızlı olması bir yana hem hava hakimiyeti, hem güçlü olması, hem de ayaklarına inanılmaz derecede hakim olması sebebi ile diğer tüm stoperlerden bir kaç adım öne çıkıyor. Turnuva boyunca farklı bir çok forvetle karşılaşmasına rağmen görevini hep başarı ile tamamladı.

En iyi bek: La Masia'dan yetişen ama çok genç yaşta ayrılmak durumunda kalan ve bu sezon 14 milyon € gibi bir rakama tekrar yuvasına dönen Jordi Alba ve Almanya'nın kaptanı Philip Lahm arasında kaldım. Joker hakkımı yeni bir yüz olmasi sebebi ile J.Alba'dan yana kullanıyorum. Bu iki oyuncudan başka Coentrao'yu da rahatlıkla en iyiler arasında sayabiliriz.

En iyi orta saha: Topa bu derece hakim olan ve pasları ile oyuna bu derece yön verebilen bir başka futbolcu tanımıyorum ben. Senelerdir futbol izliyorum ama bölgesinde Xavi'den daha iyisini görmedim. Nerdeyse %100'e varan bir isabetli pas kullanma yeteneği var. Bunlar sağdan alıp, sola verilen paslar değil ayrıca. En kritik, en öldürücü paslarda hep onun ismi var. Dün Jordi Alba'nın golünde verdiği pasla, Pirlo'nun yaptığını gözü kapalı yapabilirim dedi herkese.

En iyi açık:  Bu sezon attığı gollerle kendine bir kez daha hayran bırakan Cristiano Ronaldo, milli takımda da gayet başarılı bir performans sergiledi ve takımını yarı finale kadar taşıdı.

En iyi forvet: Bu turnuvada forvetler nerdeyse hiç dikkat çekmediler ama Balotelli'nin Almanya maçındaki performansı, Gomez'in grup maçlarında sergilediği futbol, Torres'in zaman zaman başarılı oyunu kendilerini bir adım öne çıkardı. Tercihim yarattığı sansasyon sebebi ile İtalya'nın delisi Mario Balotelli'den yana. Gönül buraya Shevchenko yazmak istiyordu ama olmadı.

En iyi gol: İsveç - Fransa ( 1-0 / Zlatan İbrahimoviç )

En iyi asist: İtalya - İspanya ( 1-0 / A.Pirlo )

En iyi takım: İspanya

En kötü takım: İrlanda

En süpriz olan: Yunanistan

En hayal kırıklığı yaratan: Hollanda

En iyi lider: Beklenenin çok üstünde bir performans gösteren İtalya'nın saha içindeki lideri oldu ve takımının finale çıkmasında çok önemli bir rol aldı: Andrea Pirlo!

En iyi stad: Kehribarları ile meşhur Gdansk ( Danzig ) şehrinin Kehribar Stadyumu.

En iyi taraftar: Uefa'dan da tebrik alan İrlandalılar.

En iyi genç futbolcu: Alan Dzagoev

En iyi teknik direktör: Oynattığı futbol ile baştan sona kendi eseri olması sebebi yüzünden Slaven Biliç ile zor şartlar altında geldikleri turnuvada takımını farklı taktik anlayışlarla finale kadar taşıyan Cesare Prandelli.

En iyi 11;


Olcay Şahan (25)

Olcay Kayserili gutbetçi bir ailenin çocuğu olarak Düsseldorf'ta doğuyor. Çocukluk dönemini Bayer Leverkusen ve Fortuna Düsseldorf alt yapılarında geçirdikten sonra, 17 yaşında Mönchengladbach'ın radarına takılıyor. Burada farklı yaş kategorilerinde forma giydikten sonra Gladbach'ın ikinci takımına kadar yükseliyor. 4 sezon önce profosyonel sözleşme için teklif alamayınca, 21 yaşında o sezon 1.Bundesliga'dan düşen MSV Duisburg ile anlaşıyor.



Olcay'ın kariyerinin en önemli dönemi dolayısı ile Duisburg'da geçirdiği günler oldu. 2008/09 sezonunda genelde A takım ile maçlara çıksa da, zaman zaman ikinci takımda da forma giydi. Ligi altıncı bitiren Duisburg'da genelde orta sahanın sağında, bazende oyun kurucu olarak kullanıldı. İkinci sezonunda ise Milan Sasiç yönetiminde yine benzer bir performans sergiledi ve kadroda daha fazla süre bulmaya başladı.

Asıl kendini gösterdiği sezon ise 2010/11 sezonu oldu. Ligde geçmiş sezonlara göre daha başarısız olmalarına rağmen, federasyon kupasında finale kadar çıkan takımın en kilit oyunculardan birisi olmayı başarmıştı. Sezon boyunca Milan Sasiç'in kaleci David Yelldell ile beraber en çok forma verdiği isimlerden biri olmuştu. Sasiç'in 4-2-3-1'li sistemininde orta sahanın solunda mücadelesi ve skora yaptığı katkılar ile başta Bundesliga takımları olmak üzere bir çok ekibin dikkatini çekti. Bu sadece Olcay özelinde değildi aslında. O sezonun Duisburg ekibinden Yeldell Leverkusen'e, Sefa Yılmaz Kayserispor'a, Veigneau Nantes'a transfer olmuşlardı.Bu başarılı sezonun ardından gelen teklifler arasından muhtemelen daha çok oynayabilmek için Kaiserslautern'ı tercih etti.

Kariyerinin ilk 1.Bundesliga sezonu malesef tam bir hayal kırıklığı oldu. Geride kalan sezonda Kaiserslautern'in hatalarla dolu bir süreç yaşadığını da belirtmek gerekir. Marco Kurz yönetiminde bütün sezon boyunca ligin dibine demir atan, daha sonrada Krassimir Balakov yönetiminde de oyunculardan bekleneni alamayan Kaiserslautern malesef küme düştü. Durumun ne kadar kötü olduğunu daha net aktarabilmek için Kaiserslautern'ın ikinci devre boyunca sadece bir maç kazanabildiğini, onda da maçtan önce düşmeyi garantilemiş olduğunu belirtmek isterim. Hem teknik ekibin, hem de oyuncuların yetersizliklerinin payı büyük.

Sezon öncesi bedavaya kadroya dahil olması ve daha önce bahsettiğim başarılı sezonun ardından Olcay'dan beklentiler yüksekti. Geçen sezon onun yerinde oynayan İvo İliçeviç takımın önemli bir parçasıydı ve Olcay'dan da benzer bir performans bekleniyordu. Sezon öncesi kaptığı 10 numara da bu güvenin bir parçasıdır aslında. Malesef hem Olcay için, hemde Kaiserslautern için beklentiler gerçekleşmedi.

Olcay'ın en beğendiğim özelliği zayıf gibi görünse de, inanılmaz diri bir futbolcu olması. Maç içinde temposunu asla yitirmeden son ana kadar mücadele eder. Alt yapılarda oyun kurucu olarak forma giydiği için topu kullanma becerisi, ortaları, oyunu okuyabilmesi çok üst düzey olmasa da belli bir seviyededir. Adam eksiltme konusunda zaman zaman sizi şaşırtabilir, çünkü topa hakimdir. Diri bir yapısı olması sebebi ile savunma yönü de oldukça iyidir. Orta saha'nın hem solunda hem sağında oynayabiliyor olsa da, solda daha başarılı olduğunu düşünüyorum.



En büyük eksikliği olarak kesinlikle şutlarını söyleyebilirim. Mevkisi itibari ile bu onun için önemli bir eksiklik olarak karşısına çıkıyor. Bu sezon Dortmund'a attığı tek golde her ne kadar uzaktan gelmiş bir şutla olsa da, bu kimseyi yanıltmamalı. Bunun dışında hava toplarında Olcay'ı görme şansınız yoktur. Bu belki mevkisel olarak çok önemli bir eksiklik olmasa da, zaman zaman forvete yakın oynadığında skora katkı anlamında büyük bir engel oluyor oynadığı takımlar için. Ayrıca son vuruş konusunda da iyi değildir. Kaleci ile karşı karşıya geldiğinde çokca bocaladığı olur.

Beşiktaş özelinde değerlendirmek gerekirse, Olcay takımın hücum hattına skor anlamında pek bir katkı sağlayamayabilir ama takımın direncini ve temposunu arttırır. Bu sebeple ben kendisini Mehmet Topuz ve Ozan İpek'e çok benzetirim. Ayrıca çizgide Burak Kaplan ve Rize'den geri gelen Erkan Kaş dışında yerli alternatif olmaması sebebi ile alacağı rakamı uçuk bulsamda, olumlu buluyorum bu transferi. Olcay'dan daha iyisi alınabilir miydi? Mali anlamda zor bir süreçte olmamız sebebi ile zor olsa da mümkündü. Mesela bundan 3 ay önce Sercan Sararer ismi daha dillenmemişken alınabilirdi, aynı şekilde Gençlerbirliğinden Trabzonspor'a giden Yasin Öztekinde alınabilirdi. Bu noktada teknik kadronun tercihine saygı duymak gerekir. Sahadaki oyun yapısı ne olacak, oyunculardan neler bekleniyor, nasıl bir takım sahada olacak gibi bir çok sorunun cevabını bilmiyor olmamız sebebi ile net bir şey söyleyemeyiz. Kesin olan tek şey Beşiktaş'ın ofansif hattının gol yollarındaki sorununa çözüm olacak kişi Olcay olmayacaktır.

Kısaca Olcay'dan bir takımı sırtlamasını, o takımın lideri olmasını, golleri ile fayda sağlamasını beklerseniz, hayal kırıklığına uğrarsınız. Eğer iyi bir takım yaratabilirseniz, o takım içinde mevcut özellikleri sayesinde ihtiyaç duyulduğunda fayda sağlayabilir. Dolayısı ile bu transferi, bunları düşünerek değerlendirmek gerekir. Benim gözümde Olcay sezon içinde sıkça değerlendirilebilecek iyi bir alternatiftir.

Beşiktaş ile anlaşmadan önce Galatasaray,Bursaspor ve Kayserispor ile ismi geçmişti Olcay'ın. Galatasaray'ın oyuncu ile senelik alacağı konusunda anlaşamamasının hemen ardından Beşiktaş'a imza atması işlerin Beşiktaş cephesinde belli bir plan dahilinde yürümediğini düşündürüyor bana. Belki Olcay özelinde düşünüldüğünde önemli değil ama gelecek için kaygı verici.


Yaş: 25
Boy: 179cm
Kilo: 67