3 Aralık 2013

12. Hafta İtibariyle İstatistikler

Sezonun ilk 12 haftasında Süper Lig'de önemli istatistiklerde ilk 3 yapan takımlar.

Savunmada en az oyun: 1. Beşiktaş (%24.8) 2. Fenerbahçe (%25.7) 3. Galatasaray (%27.3)

Orta Alanda Oyun: 1. Galatasaray(%51) 2. Beşiktaş (%50.3) 3. Erciyesspor (%49.1)

Hücum Bölgesinde Oyun:  1. Elazığspor (%26.7) 2. Fenerbahçe (%25.7) 3. Sivasspor(%25.9)

Topa Sahip Olma: 1. Fenerbahçe (%55.9) 2. Beşiktaş (%54.4) 3. Eskişehirspor (%54.2)

Pasla Oynama Oranı: 1.Sivasspor (%67.2) 2. Eskişehirspor (%65.8) 3. Fenerbahçe (%64.2)

Rakibi Karşılama Mesafesi: 1. Fenerbahçe (46.6m) 2. Beşiktaş (43.3m) 3. Kasımpaşa(43.3m)

Ceza Alanına Top: 1. Fenerbahçe (50.2) 2. Konyaspor (42) 3. Elazığspor (41)

Ceza Alanı İçinde Oyun: 1. Fenerbahçe (24.4) 2. Beşiktaş (20.3) 3. Galatasaray (18.4)

Kaleye Atılan Şut: 1. Fenerbahçe (16.1) 2. Beşiktaş(14.4) 3. Kasımpaşa (14.3)

Şut İsabet Oranı: 1. Fenerbahçe (48.7%) 2. Kayserispor (44.8%) 3. Beşiktaş (43.9%)  

13. Hafta'dan 

En çok gol atan takım: 1.Fenerbahçe (31) 2.Kasımpaşa(27) 3.Beşiktaş (24)*
En az gol yiyen takım: 1. Eskişehirspor (10) 2. Karabükspor(11) 3. Trabzonspor (13)

Beşiktaş'ın Galatasaray karşılaşmasında attığı 1 gol, maç daha sonradan 3-0 olarak neticelendiği için hesap dahilinde değil.

Beşiktaş toplam 12 birimden 8 tanesinde ilk üçte yer almayı başarmış.
Fenerbahçe ise 10 kez bu başarıyı göstermiş. Diğer üst sıra ekiplerinden Kasımpaşa ve Galatasaray ise 3'er kez en iyiler arasındaki yerini almışlar.

Beşiktaş'ın derece alamadığı istatistiklerdeki sayılar ise şu şekilde;

Hücum Bölgesinde Oyun:  24.9%
Pasla Oynama Oranı: 59.6%
Ceza Alanına Top: 39.9
En az gol yiyen takım: 14


Kaynak: MatchStudy






1 Aralık 2013

Doktor Bilic

Dün akşam uzun zaman sonra herkesi heyecanlandıran mükemmel bir derbi oynandı. Ezeli rekabetin ilk dakikasından son dakikasına kadar bu heyecan hiç dinmedi. Derbiye yakışır bir futbol oynandı ve iki takım sahadan birer puanla ayrıldılar.

İlk 5 dakika maça hızlı başlayan Fenerbahçe erken gol bulmak isteyen taraf olduğunu çok net bir şekilde sahaya yansıttı ama bu aynı zamanda kontrolü yitirmesine de sebep oldu. İç sahada her zaman olduğu gibi bekleri çok öne çıkaran Fenerbahçe’ye Olcay Şahan cezayı kesti.

Siyah Beyazlılar skoru koruyayım derken, savunma domino taşları gibi üst üste hata yapınca skor kısa zamanda 1-1’e geldi. Golden kısa süre önce Oğuzhan ile Egemen’in yanlız yakalandığı pozisyon kırılma anlarından biriydi. Gerçi fark 2’ye dahi çıksa, Fenerbahçe’nin direnci kırılır mıydı emin değilim.
Kısa süre sonra takımını gereksiz şekilde 10 kişi bırakan Meireles, maçın gidişatını da değiştirdi. Beşiktaş tekrardan oyunu eline aldı ve baskıyı arttırdı. Bu süreçte bir de süpriz bir gol yedi ama oyundan kopmadı. Almeida’nın Alves’i devamlı öne çıkarması Fenerbahçe’nin dengesini bozdu ve  kısa süre sonra Almeida 2 gol atarak takımı devreye önde sokmayı başardı. Gollerde Almeida kadar Oğuzhan ve Veli başta olmak üzere, diğer oyuncuların da katkısı önemliydi.



İkinci devreye takımlar aynı oyuncularla başlamayı tercih ettiler. Kısa süre sonra Veli sakatlanınca, Beşiktaş adına kabus dolu dakikalar başlamış oldu. Oyuna giren Necip yeterince verimli olamadı ve devamlı pozisyonunu kaybetti. Bunun dışında aynı Konyaspor maçında olduğu gibi erkenden sarı kart görünce, Bilic’in bütün planları alt üst oldu. Kısa süre sonra da Necip gereksiz bir faul daha yaparak takımını 10 kişi bıraktı.

Bilic bu duruma Motta hamlesiyle önlem almayı tercih etti. Motta sol beke geçince, Atiba da ortaya geçti ve Beşiktaş merkezde birazcık daha dirençli olmayı başardı. Maç boyunca sağ açıkta etkili olamayan hatta ikince devre başında sola kaymak durumunda kalan Dirk Kuyt, ilerleyen dakikalarda boy avantajını kullanma şansı buldu ve skoru 3-3’e taşıyan isim oldu. Beşiktaş Motta hamlesine kadar Kuyt’ı oyun dışında tutmayı Atiba ile iyi başarmıştı aslında ama şartlardan ötürü zorunlu bir müdahelenin bedeli ağır oldu. Bilic maç öncesi neden böyle bir tercih yaptığını da aslında herkese göstermiş oldu.



Bilic’in derbilerde öne geçip oyunun ilerleyen bölümlerinde yaşanan düşüş ile ilgili söylediği önemli. Öndeki oyuncuların bu denli oyundan düşmesinin farkında olduğunu belirtiyor ve bunun mental olmadığının da altını çiziyor. Ek olarak durumdan memnun olmadığını belirtmesi de mühim. Bilic hastalığa doğru teşhisi koymuş ve çözümü bulacak kapasiteye sahip.  Zamanla bu sorunu da giderecektir ve Beşiktaş o zaman çok daha tehlikeli olacaktır.


Beşiktaş’ın ligin ilk devresinde geriye 4 maçı kaldı ve şu an itibariyle 25 puanı var. Kalan maçlarda sergileyeceği performans oldukça mühim. Kara Kartallar sırasıyla İstanbul’da Sivasspor, Kasımpaşaspor, Elazığspor ve deplasman sayılmayacak Ankara’da Gençlerbirliği ile karşılaşacak. Zor maçlar elbet ama Beşiktaş’ın aşamayacağı kadar değil.

29 Kasım 2013

Ördek

Beşiktaş Cumartesi akşamı deplasmanda ligin zirvesindeki ezeli rakibi Fenerbahçe'ye konuk oluyor. Bu büyük maç öncesi iki takım da sahadan galibiyetle ayrılmanın planlarını yapıyor. Fenerbahçe son dakikalarda aldığı galibiyetlerle Avrupa'nın en çok puan toplayan takımlarının arasına girmeyi başardı. Beşiktaş ise hızlı başladığı ligde Galatasaray maçı sonrası aldığı cezalar sonucu birazcık bocalasa da son haftalarda tekrardan toparlanmayı başardı.

89 senelik rekabette 335. randevuya çıkacak bu iki ekip. Son senelerde Beşiktaş'ın derbilerde çok fazla galibiyet alamaması, üstünlüğü Fenerbahçe'ye bırakmış durumda. Fenerbahçe oynanan 334 maçta 126 galibiyetle bir adım önde bulunuyor. Beşiktaş'ın galibiyet sayısı ise 122. Beşiktaş'ın son 10 maçta sadece 3 kez kazanmış olduğunu belirtmekte fayda var. Deplasmanda ise durum daha da kötü. Beşiktaş'ın son galibiyeti kaleye Pancu'nun geçtiği ve Koray'ın son dakikada attığı golle biten 3-4'lük maç. Üzerinden 8,5 sene geçmiş. Kısaca deplasmanda galibiyetin zamanı gelmiş de geçiyor bile.

Slaven Bilic ve Önder Özen ile kendine yeni bir yol belirleyen Beşiktaş'ın alacağı bir derbi galibiyeti, takımın kendine güveni açısından da çok önemli. Peki Siyah Beyazlılar bunu nasıl sağlayacak? Beşiktaş 11'i birbirinden lezzetli birer besin gibi. Her biri tek başına farklı bir tat olsa da, bir araya geldiklerinde mükemmel bir lezzet ortaya çıkabiliyor. Aynı aşure gibi! Mesela nohut tek başına farklı bir tat sunarken, aşure içinde daha farklı bir lezzet sunabiliyor. Bu güzelliğin şekeri de Oğuzhan. O sahada olduğunda, Beşiktaş daha farklı daha özel oluyor. Takımın oynamak istediği hızlı oyun anlayışının en kritik unsuru.



Oğuzhan her geçen gün daha da yukarı tırmanıyor, her maç kendine hayran bırakmayı herkese gösteriyor. Oğuzhan'ın kısa Beşiktaş kariyerinde takımına çok faydalı işler yaptı ama Oğuzhan en büyük olmak istiyorsa bu maç tam zamanı. Büyük yıldız olmanın yollarından biri de böyle büyük maçları tek başına almaktan geçer. Bunu başarabilecek potansiyel onda fazlasıyla var. Oğuzhan aynı bir ördek gibi! Hem uçabiliyor, hem yüzebiliyor, hem de yürüyebiliyor. Yeri geliyor savunmaya yardımcı oluyor, yeri geliyor takımı tek başına hücuma çıkarıyor. Sahada her zaman en etkili isim. Her yeteneği fazlasıyla bünyesinde barındıran Oğuzhan'ın, artık dev bir isim olması için bu eşiği de aşma zamanı geldi. Başarılı olacağına yürekten inandığımı da belirteyim.

Bu sezon Beşiktaş'ın rakipleri ne zaman savunmak yerine oynamayı tercih ettiyse, siyah beyazlılar o maçlarda rakiplerini hep hacamat ettiler. Çünkü inanılmaz derecede enerjik ve zeki bir takım Beşiktaş. Bunun tek istisnası futboldan çok başka şeylerin konuşulduğu Galatasaray maçının ikinci devresi oldu. Geri kalan maçlarda rakip oynamak istediği sürece, Beşiktaş hep rakibi silip atan ekip oldu. Umarım bu maçtan sonrada sadece futbolun konuşulduğu güzel bir derbi izleriz. Dış faktörlerden uzak ve sadece yeteneklerin konuşulduğu güzel bir derbi!

26 Kasım 2013

Zeki ve Hızlı

Milli maç arasından sonra ligin 12.haftasında Beşiktaş’ın rakibi Konyaspordu. Beşiktaş bu arayı kendi adına iyi değerlendirmiş, önce Shaktar ardından da İBB ile oynadığı hazırlık maçlarında kadroya giremeyen isimleri değerlendirme şansı bulmuştu. Açıkcası bu maçlardan sonra kadroda yeni bir ya da iki isim görebiliriz diye umut ediyordum ama Bilic değişiklik yapmamayı tercih etti. 

Beşiktaş sahaya kart cezalısı Motta’nın yerine Hutchinson tercihiyle başladı. Takımın geri kalanında ise bir değişiklik yoktu. Durum yedeklerde de pek farklı değildi. Escude hafta içinde sakatlanınca, yedeklere uzun bir aradan sonra sadece Holosko eklenmiş oldu.

Kara Kartallar maça çok tempolu başlamak istedi ama saha zemini buna pek müsade etmedi. Islak zemin yüzünden oyuncular buz pistinde gösteri yapar gibi bir görüntü çizdiler. Sırasıyla kaleci Tolga dahil olmak üzere, nerdeyse bütün oyuncular en az bir kez kaydı. Zemin her ne kadar kötü de olsa, oyuncuların ve sorumluların krampon tercihlerinde daha dikkatli olmaları gerekirdi. Daha önce Karabükspor maçında da aynı durum yaşanmıştı.


Oyuncuların ortama alışması ve Konyaspor’un pasifliği sonucu Beşiktaş oyuna alıştı ve birbirinden güzel 3 organize gol attı. Çabuk oyun ve becerikli paslaşmalar sonucu önce Olcay’ın harika golü, ardından ileri üçlünün aralarındaki trafik sonucu Almeida’nın şık golü ve son olarak Oğuzhan’ın bireysel becerisiyle attığı kapanış golü. Hepsi ayrı güzeldi, ayrı akıllıcaydı.

İlk 45 dakikadan sonra oyuncular sahaya kısmen şalterleri indirerek geri döndüler. Bu sadece skor avantajından çok, Konyaspor’un oyundan uzak yapısından dolayıydı. Konyaspor yakın zamanda oynadığı Galatasaray maçında çok farklı bir futbol anlayışı ile sahadaydı. O maçta rakibi 3.bölgede karşılayıp, yapılacak baskıyla sonuca gitmeye çalışmışlardı. Kısmen başarılı da olmuşlar ama skoru koruyamamışlardı. Maç sonunda Uğur Tütüneker’in de yaptığı açıklamadan anladığıma göre Bilic de böyle bir oyun anlayışı beklemiş.

Oyunun ikinci devresinde erken yenen gol, kart sınırında bulunan isimlerin daha geç çıkmasına ve takımın biraz daha fazla efor sarfetmesine sebep oldu. Daha sonra takım durumu toparladı ve doğru oyun ile 90 dakikayı tamamladı. Siyah Beyazlılar Holosko, Gökhan, Oğuzhan ve Almeida ile skoru arttırma şansı yakalasa da bunları golle sonuçlandıramadı.


Sonuç olarak Beşiktaş çabuk ve basit oyun anlayışıyla Fenerbahçe ve Galatasaray’a zorluklar çıkaran Konyaspor karşısında rahat bir galibiyet aldı ve puan ortalamasını 2’ye çıkarmayı başardı. Bunun dışında kart sınırındaki isimlerin cezalı duruma düşmemesi ve zemin yüzünden kimsenin sakatlanmaması da sevindirici diğer olaylardı. 

4 Kasım 2013

Asi Ruh

Beşiktaş'ın son dönemde yaşadığı düşüşte en çok dikkat çekenlerden biri takımın zaman zaman duraklaması ve skoru değiştirmek adına vaktinde harekete geçmemesi. Özellikle İstanbul'da oynanan Rizespor ve Karabükspor maçları bu durumun en güzel yansımalarıydı. Sahada duruma tepki veren kısacası isyan eden birisinin eksikliğiydi.

Bilic'in söylediği bir cümle vardı, öncelikle onu hatırlatmak isterim. Bilic sezon başı alınan seri galibiyetlerin ardından bir maç sonu basın toplantısında şu cümleleri sarf etmişti. ''Takım olarak oynuyoruz. Buradaki felsefe, güç halkındır. Oyunculara bunu anlatmaya çalışıyorum. Takımda zenginler ve fakirler yok, sınıflar yok. Sınıfları ortadan kaldırarak, gücü halka vermeye çalışıyoruz.''


 Madem bu kanaldan konuya giriş yaptık, oradan devam edelim. Che Guevara'nın unutamadığım bir cümlesi vardır. ''Hasta la victoria siempre. Patria o muerte.'' Türkçesi ''her zaman kazanana kadar mücadele. Ya vatan ya da ölüm.'' Kısaca burada bahsedilmek istenen sonuna kadar hatta ölümüne davaya inanmak ve bu uğurda mücadele etmek gerektiğidir. Bu açıdan bakıldığında Bilic'in de dediği gibi takımda herkes diğerine saygı duyuyor ve görev paylaşıyor ama işin inanç kısmında, isyan kısmında eksiklik var.

Beşiktaş'ın sahada bu isyan ateşini yakacak oyuncusu yok malesef. Mesela bunu seneler önce Pascal Nouma'da ya da İlhan Mansız'da görürdük. Seneler öncesi oynanan bir Gençlerbirliği maçında İlhan Mansız'ın kaleci Gökhan Tokgöz ile olan mücadelesinden kim etkilenmedi? İşte eksik olan bu isyan. Beşiktaşcasına Asi Ruh diyorlar.



Takımda çok karakterli ve işini iyi yapmaya gayret eden isimler görev alıyor elbette ama bu ruhu taşıyan isimlerin eksikliği derinden hissediliyor. Duruma isyan edecek, sahadaki arkadaşlarına kendinize gelin diyecek ve sorumluluk alıp takımı ileri taşıyacak bir karakter yok.

Manuel Fernandes özel bir futbolcu ama kesinlikle bu yapıda biri değil. Bu aslında bir nevi kişilik meselesi ve Fernandes o tarz bir insan değil. Bunun nedenini de sorgulayamazsınız. Çünkü bu sonradan kazanılacak bir özellik değil ve insanın doğasıyla alakalı. Kendisi iyi bir profesyonel ve her maç elinden geleni yapmaya gayret gösteren başarılı bir isim. Daha fazlası da olmayacaktır. Bu açıdan ona gereksiz bir şekilde haddinden fazla yüklenen sorumluluklardan da kaçmasını anlamalıyız. Kaptanlık konusundan tutun da, neden gülmediğine uzanan sıkıcı konular. Kendisinin performansını takım adına daha etkili kullanmak istiyorsak, ondan duran toplar dışında nasıl faydalanır ve yükünü azaltırızın cevaplarını bulmamız lazım. Çünkü Fernandes'e imkanlardan ötürü gereğinden fazla görev veriyoruz ve Fernandes bunu kaldırabilecek kadar üst düzey bir adam değil.

Bu sorunun cevabı başta Fernandes olmak üzere her oyuncunun saygı duyacağı ve takıma o ateşi verebilecek mücadeleden korkmayan ve yeteneğine herkesin saygı duyacağı cesur bir lider ile mümkün olabilir. Beşiktaş'ın Ocak ayında yapacağı transfer tercihi o açıdan çok önemli. Alınması muhtemel oyuncunun yaptıkları ve mevcut potansiyeli elbette önemli ama yeni gelecek ismin takımın mental eksikliğini giderebilecek biri olması da bir o kadar mühim. Sahada beni ve arkadaşlarımı yenmeniz için, bizi öldürmeniz lazım diyebilecek bir karakter görmek umuduyla.



3 Kasım 2013

Siyah Ve Beyaz Gibi

Beşiktaş Karabükspor maçına sahaya elindeki en uygun oyuncu topluluğu ile çıktı. Savunmadaki ufak değişiklikler, merkezdeki üçlü ve ilerideki ofansif oyuncular olması gerektiği gibiydi. Bu tercih ilk 45 dakika boyunca sahaya da yansıdı. Beşiktaş her ne kadar sadece 3 kez kaleye şut çekmiş olsa da, kaleyi bulamayan ama net olan bir çok pozisyon buldu. Bunlardan en net olanı da, Olcay'ın Oğuzhan'a bıraktığı pas sonucu kaçan goldü.

Oyunun ikinci devresine başlarken Veli'nin yerine Atiba geçti ve sağ bek pozisyonunu tekrardan Serdar devraldı. Bu tercih aslında merkezde daha güçlü olmak adına doğru bir hamle gibi görünse de, maçın başından beri Tolunay Kafkas takımı bu bölgeye yönlendirmişti. Lualua'nın devamlı sola doğru hareketlenmesi de bunu ispatlayan ayrıntılarından birisiydi. İkinci devre boyunca da bu oyun anlayışı devam etti ve Karabükspor'un bütün ciddi atakları kendi solundan gerçekleşti. Hatta ilk devre İlhan pek ortada gözükmezken, ikinci devre daha rahat pozisyonlar buldu. Özellikle son anlarda kaçırdığı pozisyon bunlardan en net olanıydı. Beşiktaş ikinci devrenin ilk 5 dakikasında 3 adet pozisyon yakaladı ama gol bulamadı. Kalan sürede ise ciddi anlamda yavaşladı takım ve uzatmalar dışında gol ihtimali yaratabilecek pozisyon bulamadı. Kısaca Beşiktaş ilk devre beyaz ikinci devre siyah bir oyun sergiledi.

Beşiktaş'ın çok koştuğu bu tip maçlarda geçen sezondan beri yaşadığı bir sorun var. Beşiktaş koşularını genelde rakibe baskı yerine, top peşinde koşarak tamamlıyor. Ani top kayıpları ister istemez, bütün takımın paralel olarak geri doğru hareketlenmesine, ardından topu kazanıp tekrardan ileri doğru yönelmesine sebep oluyor. Dolayısıyla mevcut gücünü rakibi karşısına alıp ona baskı uygulamak yerine, topun peşinde kovalamakla tüketiyor. Bunun tersi olduğu zamanlarda ise ortaya Bursa karşısında oynanan futbol benzeri bir performans çıkıyor.

Beşiktaş şu an düşüşte ve ciddi anlamda puan kayıpları yaşadı ama lig uzun bir maraton. Zirvede bitirmek için 2.2 puan ortalamasını tutturmak ya da o rakamlara yaklaşmak gerekiyor. Beşiktaş 10 hafta sonunda 1.8 puan ortalamasında kaldı. Sezonun geri kalanında Beşiktaş'ın 2.36 puan ortalamasını yakalaması gerekecek. Bu da üst üste kazanılacak maçlarla olabilir. Sadece ligde mücadele eden Beşiktaş'ın bunu başarmaması için hiç bir sebep yok.

Takımın genel yapısındaki ufak ayrıntılara da Bilic'in artık karar vermesi gerekecek. Almeida ile devam mı yoksa yerine Olcay, Töre, Fernandes, Oğuzhan, Atiba, Frei gibi topu olumlu ve isabetli kullanan isimlerle uyumlu daha atik,becerikli ve skora doğrudan katkı verebilecek bir forvet mi gerekiyor sorusunun cevabını vermesi gerekecek. Bunun dışında Atiba, Serdar ve Veli'den kimin merkezde, kimin sağ bekte, kimin yedek kulübesinde olacağının da artık netleşmesi lazım. Geri kalanı sorunlar da zamanla oturacaktır diye düşünüyorum.


22 Ekim 2013

Aksilik

Her takımın kritik oyuncuları vardır. Dün oynayan Beşiktaş'ın da kritik iki oyuncusu Oğuzhan ve Hutchinson yoktu. Bu yetmezmiş gibi maçın başında ısınırken sakatlanan Sivok da yerini Ersan'a bırakınca, Beşiktaş bir anda 3 önemli isminden yoksun çıkmak durumunda kaldı. Ayrıca 1 yabancı hakkını da hiç kullanamadan çöpe atmış oldu. 3 eksiği bir takım kaldırabilir belki ama bu yeni yapılanan bir takım ise o kadar kolay olmuyor malesef. 2 senedir beraber oynayan Selçuk ve Melo aynı anda oynamadığında Galatasaray nasıl bocalıyorsa, Beşiktaş da öyle bocaladı. Eksik olan isimler kenar oyuncuları olsa takım belki bu derece etkilenmezdi. Daha çok merkezden oynanan bir ligde bu eksiklikler ister istemez göze batıyor.

Buna rağmen Beşiktaş ciddi pozisyonlar yakaladı ama gol atamadı. Veli ve Fernandes'in ya da Olcay ve Almeida'nın paslaşmaları sonucu oluşan pozisyonlar bunlardan en önemlileriydi. Bunların dışında önce Almeida'nın, sonra Gökhan'ın şutları da sayılabilir. Bu saydıklarımdan üç tanesinin maçın henüz 15. dakikası olmadan yaşandığının da altını çizmekte fayda var. İkinci devrede de durum farklı değildi. Duran toplardan yakalanan pozisyonlar normal şartlarda Beşiktaş'ın skor değiştirdiği anlardan farklı değildi. Kısaca Beşiktaş yine skor değiştirecek performansı sergiledi ama beceri konusunda eksik kaldığından sonuç değişmedi. 

Beşiktaş'ın son 3 maçta sadece 1 gol atması tesadüf değil. Hatta buna Galatasaray maçının ikinci devresini de eklersek 3.5 maç oluyor. Takım bir çok pozisyona girmesine rağmen, bunları gol ile sonuçlandırmakta zorlanıyor. Ciddi bir sorun değil gibi gözükse de, uzun vadede sorun yaşamamak adına gerekli hazırlıkların yapılması şart. Bu aşılabilir bir sorun ve kısa sürede sakat oyuncuların da takıma katılmasıyla düzelecektir. Takımın temposu ile beraber pozisyonların zorluğu da azalacaktır ve bu rakamsal olarakta yansıyacaktır. 

Sezonun en çok dikkat çeken iç saha performanslarından birini Gaziantepspor'a karşı oynadı siyah beyazlılar. Bu maçtaki sakinlik ve oyuna hakim olma becerisi rakibin maç bitmeden çok önce direncini kırmıştı. Bu dolayısıyla oldukça rahat bir galibiyete sebep oldu. Benzer bir oyunu Bursaspor karşısında da izledik. Israrla yerden oyun kurmaya çalışan, rakibe önde baskı uygulayıp dar alanda oynamaya çalışan bir takım izliyorduk. Beşiktaş, Galatasaray maçından sonra bu sakinliğini yitirmeye başladı. Takım eskisi kadar oyuna hakim olamıyor. Yaşanan sakatlıklar kadar, hocanın kenarda olamamasının da bunda parmağı var. Bu takımın eğer başarılı olma ihtimali varsa, o akıllı ve domine eden oyun anlayışı ile var. Ne olursa olsun buna sadık kalınmalı.

Beşiktaş'ın Fenerbahçe derbisine kadar oynayacağı 4 maçı var. Bunlar sırasıyla Akhisar, Karabükspor, Kayserispor ve Konyaspor ile. Beşiktaş eğer bu 4 maçı kayıpsız atlatırsa, derbiye çok rahat çıkacak. O açıdan asıl lig şimdi başlıyor da diyebiliriz. 


Not. Birileri Yunus Yıldırım'a barajların 9.15m mesafede olması gerektiğini hatırlatsın.

14 Ekim 2013

Milli Hatıralar

Zamanını hatırlamıyorum bile. Seneler öncesi havlu attığımız bir grup maçı ve yeni hocamız Fatih Terim önderliğinde sahaya çıkan milli takım, kendinden hiç beklenmedik şekilde 2-1 Norveç'i yeniyordu. O dönem daha yeni yeni parlayan Ertuğrul, o gün attığı gollerle benim için adeta halk kahramanı olmuştu. İnsanların genel tepkisini hatırlamıyorum ama o gün benim için milli takım özelinde bir dönüm noktasıydı. Biz sanki o gün futbol oynamaya başladık. Aynı grup maçlarında San Marino'dan gol yemişliğimiz hatta puan vermişliğimiz vardı. O yüzden şeritli formayı sevmem, hep kötü hatıraları vardır. Sonra O geldi göreve ve o grubun son maçı da işte bu Norveç maçıydı.

O grubu o zaferle bitirmiştik. 94 Dünya Kupası'nda hayranlıkla izlediğimiz Brezilya, Nijerya hatta dopingli Maradona ve diğer efsane takımlar, isimler. Çoğu sonra geldi buralarda futbol oynadılar. Mesela Hagi, Popescu, Anderson, Amokachi, Okocha, Letchkov gibi. Bu maçların ardından 96 elemeleri başlamıştı ve milli takım İsveç, İsviçre, İzlanda ve Macaristan ile aynı grupta yer alıyordu. Bu grupta birinci olan doğrudan, ikinci olan da 8 grup içinde en kötü 2'de yer almıyorsa o da doğrudan katılıyordu. O dönemin İsveç'i grubun değil, nerdeyse turnuvanın favorilerindendi, zira Amerika'da oynanan turnuvada dünya üçüncüsü olmuşlar ve efsane bir kadroya sahiplerdi. Aynı şekilde İsviçre de oldukça güçlü bir ekipti.


İlk rakibimiz Macaristanla berabere kalmıştık ama asıl patlamayı İzlanda karşısında yapmıştık. İzlanda'yı adeta sahadan silmiştik o gün. Saffet ve Hakan'ın harika performansı ve kapanışı yapan Sergen Yalçın, skor 5-0! Bu maçın ardından içerde İsviçre'ye kaybetmiştik ama bu düşüş uzun sürmemişti. Dünya Kupası'nın efsane ekibi İsveç'i içerde 2-1 yenmiştik. Sergen'in o güzel kafa vuruşu ve kaleci Ravelli'nin şaşkınlığı hala gözlerimin önünden gitmez. Kalan grup maçlarında da oldukça iyi mücadele edip (Bkz. İsviçre ve İsveç deplasmanları) ilk defa bir Avrupa Şampiyonasına gitmeye hak kazanmıştık.


Milli takımın milli takım olması benim için o gün başlamıştır ve Fatih Terim bu tarihin mimarıdır. Bize korkmadan oynamayı, hırsı ve Hiddink'in de dediği gibi Turkish Way'i öğreten kişidir. O günden sonra aynı duygularla mücadele etmeyi benimsemiş diğer iki büyük isim Mustafa Denizli ve Şenol Güneş de bu felsefeye ihanet etmediler ve onlar da bize güzel zaferler yaşattılar. Bize kazandırdıkları özgüven sayesinde ilerleyen dönemlerde, nasıl gidemeyiz bu turnuvaya der hale geldik hatta. Rakibin kim olduğunun önemi yoktu bizim için, çünkü yenemeyiz denen nice takımları yenmiştik.

Biz yine tarihi bir maça çıkıyoruz. Bir kaç ay önce umudumuzu yitirdiğimiz, oyuncularımızı sorguladığımız noktadan final maçına çıkma noktasına geldik. Kazanırız ya da kaybederiz mühim değil ama son saniyeye kadar yürekten mücadele edeceğimize eminim.

Başarılar TÜRKİYE!

7 Ekim 2013

İnadına Beşiktaş

Beşiktaş zora düşmeye görmesin, büyük taraftarı omuz vermeyi eksik etmiyor. Olaylı Galatasaray derbisi harika bir projeye ön ayak oldu. Proje'nin adı İNADINA BEŞİKTAŞ!

Bu kapsamda taraftarsız oynanacak Rizespor maçına hatıra bilet uygulaması ile beraber, bir de ''İnadına Beşiktaş'' tişörtleri satışa çıkıyor. Tüm taraftarlar tişörtlere ve hatıra biletlere Kartal Yuvaları üzerinden ulaşabilecek.

Beşiktaş'ın sahipsiz olmadığını, taraftarımızın dosta düşmana bir kez daha göstereceğinden hiç şüphem yok. Onun için bu projeyle gücümüzü tekrardan gösterme fırsatı sunan kulübümüzün yetkililerine bir kez daha teşekkürler.






''Vicdanımızın yüceliği ve gönüllerimizin inceliğini kimse daha fazla sınamaya kalkmasın.''

Alayına İsyan, İnadına Beşiktaş!

9 Ağustos 2013

Bundesliga Şifreleri

Bugün yeni sezon başlıyor ve heyecan herkesi sarmış durumda. Bild gazetesi de bu heyecana ortak olmuş ve Bundesliga'da oynayan futbolcular başta olmak üzere, sahne alan kişilerin pek bilinmeyen yönlerine ışık tutmuş ve bunları 50 madde şeklinde sıralamış. Bunların içinden beğendiklerimi paylaşıyorum, daha fazlası için şuraya bakabilirsiniz.

1- Hannover 96 hocası Mirko Slomka teknik direktör olmasının yanında aynı zamanda matematik ve kayak hocasıymış.

2- Schalke'den Christian Fuchs'un yılanlara karşı büyük bir ilgisi varmış. Hatta evinde iki tane yılanı var, hem de bir tanesi Piton yılanı.

3- Franck Ribery Fransa'da yaşadığı ve büyüdüğü şehir olan Boulogne-sur-Mer'de Nargile kafesi işletiyormuş.

4- Bayern'in bir diğer ismi Jerome Boateng'in ise ciddi anlamda bir ayakkabı koleksiyonu varmış. City zamanında çekilen bu karede de görüldüğü üzere sayı 500 çiftten fazlaymış.



5- Wolfsburg'un Hırvat golcüsü Oliç ciddi anlamda bir Luca Toni hayranı. İki tane erkek çocuğu var ve isimleri Luca ile Toni. Gol attığında bazen kulaklarını Luca Toni gibi çekmesinden belliydi zaten.

6- Havalar Münih'de güzel olduğunda takım arkadaşları Ferrari, BMW gibi arabalarla antremana gelirken, Manuel Neuer genelde Vespa ile gelmeyi tercih ediyormuş.

7- Hannover 96 yeni sezonda Cola-Taktiği ile mücadele edecekmiş. Maçın sonlarına doğru, oyunculara son bir güç vermesi açısından su yerine cola verilecekmiş.

8- Mönchengladbach'ın menajeri Max Eberl ailesindeki ilk Max değilmiş. Hem babasının hem de oğlunun adı Max.

9- Hertha kalecisi Kraft'ın Berlin Olimpiyat stadında sinirlendiği zaman sağa sola saldırmasın diye kendine ait bir odası vamış.

10- Werder Bremen'in Sırp yıldızı Ignjovski takım arkadaşlarının eskiyen ayakkabılarını topluyormuş ve bunları ülkesindeki genç futbolculara hediye ediyormuş.

11- Mainz'in çılgın hocası Thomas Tuchel zamanında işletme eğitimini finanse edebilmek için barmen olarak çalışmış.

12- Robert Lewandowski beslenme uzmanı eşinin tavsiyesi üzerine yemekleri yerken farklı bir sıralama uyguluyormuş. Önce tatlı, sonra ana yemek ve son olarakta ara sıcaklar. Bu uygulama metabolizmanın yağ yakmasını hızlandırıyormuş.

13- Braunschweig kalecisi Petkoviç aynı zamanda iyi bir IT uzmanı. SAP şirketi futbol oynadığı sürece onun ara vermesine müsade etmiş.

14- Jakub Blaszczykovski henüz 10 yaşındayken kolay kolay unutulmayacak bir olaya şahitlik etmiş. Babası gözlerinin önünde annesini bıçaklamış.

15- Çok bilinen bir başka konu da Rafael Van der Vaart'ın yükseklik korkusu.

16- Freiburg'un Afrikalı oyuncusu Diagne'nin ilginç bir totemi var. Her maç öncesi su dolu bardakla sahaya çıkıyor ve bir yudum aldıktan sonra geri kalanını sahaya döküyor.

17- Leverkusen'de Early Bird dendiğinde akla gelen tek isim var o da Stefan Kiessling. Takım arkadaşları bu lakabı kendisine her antremana ilk gelen olmasından dolayı vermişler.



6 Ağustos 2013

Bundesliga 2013/14



Bundesliga önümüzdeki Cuma günü son şampiyon Bayern ile Favre’nin Gladbach’ı arasında oynanacak maçla başlıyor. Geçen sezon harika bir lig olmuştu, umarım bu sene de benzer bir heyecana tanıklık ederiz. Sezon başlamadan takımların son durumları hakkında bir kaç değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Öncelikle iki şampiyon adayı Bayern ve Dortmund ile başlamak doğru olur. Bayern geçen sezon topladığı kupaların ardından, Guardiola ile yeni bir sayfa açtı. Makina gibi işleyen takıma Guardiola’nın neler katabileceğini hep beraber göreceğiz. Kendi mentalitesi ile beraber Bayern daha da mı iyi olacak, yoksa ters mi tepecek zaman gösterecek. Son olarak Audi Cup’ı kazanmış olsalar da, Süper Kupa finalinde Dortmund’a kaybetmeleri akıllarda soru işareti bıraktı. Götze’nin henüz sakatlıktan yeni yeni kurtuluyor olması, Pep’in denemeleri derken artık telafisi zor zaman dilimine giriliyor. İlk haftadan Bayern’in en çok zorlandığı ekiplerden Gladbach ile oynuyor olmaları da ayrı bir dezavantaj.

Dortmund cephesinde ise Lewandowski sorunu şimdilik normalleşmiş gözükse de, işler kötü gittiğinde huzursuzluk çıkarmaya aday bir numaralı başlık olacak gibi. Bunun dışında yeni transfer Mkhitaryan’ın yaşadığı sakatlık da olumsuz etkenlerden biri oldu sezon öncesinde. Aubameyang ise uzun süredir bu takımın bir parçasıymış gibi oldukça kolay bir şekilde adapte oldu diyebiliriz. Dortmund geçen sezona göre lige daha iyi tutunacaktır ve sonuna kadar bu yarışın içinde olacaktır.

Bu ikiliyi takip eden Şampiyonlar Ligi gediklileri Bayer Leverkusen ve Schalke 04 ise çok önemli isimleri kaybetseler de, akıllıca hamlelerle kadrolarını güçlü tutmayı başardılar diyebiliriz. Leverkusen Schürrle’nin yokluğunu Hamburg’dan Son ile doldurdu, Kiessling ile olan sözleşmesini uzattı. Bunun dışında Real’e geri dönen Carvajal’in yerine Beşiktaş’tan Hilbert ve İtalyan U21 Donati’yi aldılar. Kadlec’in kaybını ise çok ciddi bir eksik olarak görmüyorum, zaten formayı çoktan kaptırmıştı. Bunun dışında Levin, Emre gibi kaliteli gençleri kadrolarına kattılar. Leverkusen yine zirveye yakın takımlardan biri olacaktır. Schalke ise öncelikle Draxler’i elinde tutma başarısı gösterdi ve bu takım adına çok önemliydi. Diğer yandan Santana ve Goretzka ile savunmayı güçlendirdiler. Mainz’den gelen Macar golcü Szalai de ofansif anlamda takıma güç kattı. Bastos’un ayrılması bir kayıp gibi görünse de, onun yerini mutlaka dolduracak bir transfer hamlesi gelecektir. Schalke ligde uzun zaman sonra iddialı bir konuma geldi ama şampiyonluk hala zor.

Avrupa bileti kapan takımlardan Freiburg , Kruse ve Caligiuri başta olmak üzere önemli isimlerini kaybetti ve yerlerini tam anlamıyla dolduramadı. Hem Avrupa’da hem ligde oynayacak olmalarından ötürü onları zorlu bir sezon bekliyor olacak. Beklenmedik bir şekilde düşüş yaşamaları kimseyi şaşırtmaz diye düşünüyorum. Geçen sezonun diğer flaş ekibi Frankfurt ise elindeki kadroyu büyük oranda muhafaza etmeyi başarsa da, iki kulvarda yarışacağı için zorluk yaşayacaktır.

Stuttgart‘ a gelirsek oldukça akıllı transfer hamleleri yaptılar diyebiliriz. Maddi zorluklarına rağmen doğru isimlere yönelip, Bundesliga için faydalı olabilecek Sercan, Rausch, Rojas , Abdellaoue gibi oyuncuları kadrolarına kattılar. Bu sezon daha iyi bir performans sergileyeceklerdir ama sezon başında zorluk yaşamaları muhtemel.

Geçen sezon savunma anlamında zorluklar yaşayan Hamburg ise ilk olarak bu bölgesini güçlendirmeye çalıştı ve Djourou, Sobiech gibi kaliteli isimleri aldılar. Son’un kaybı takım adına büyük bir eksiklik olsa da, Hakan için bu büyük bir şans. Bir diğer sorun ise forvette yaşanacak gibi görünüyor. Rudnevs’in zaman zaman etkisiz kalması, takımın performansını da doğrudan etkiliyor. Kuliselerde Eren Derdiyok’un adı geçiyor. Olası bir transfer Hamburg’u Avrupa kupalarına katılma konusunda oldukça avantajlı bir konuma getirebilir.

Gladbach’a gelecek olursak kadroda oynayan isimler açısından bir kayıp söz konusu değil. Bunun üzerine ekibe dahil olan Kruse, Raffael gibi isimlerle daha da güçlü oldular. Bu sezon tekrardan oldukça başarılı bir performans çizeceklerini düşünüyorum.

Geçen sezon Avrupa’da harika performans sergileyen Hannover ise kadrosundan önemli isimleri kaybetse de Diouf’u tutmayı başardı. Bunun dışında kadroya dahil olan Sane ve Bittencourt dışında ciddi takviye yapamadılar. Ama kadronun diğer isimleri ile lig için yeterli ve başarılı olabilecek bir altyapıya sahipler.

Wolfsburg ise Magath’dan kalan geniş kadrosunu boşaltmakla meşguldü. Bunun dışında kadrolarına iki tane nokta atışı takviye yaptılar; Caligiuri ve Timm Klose. Geçen sezona göre daha başarılı bir performans sergileyeceklerini düşünüyorum ama bu Avrupa kupalarına yeter mi zaman gösterecek. Son transferleri Malanda‘nın ilk 6 ay eski takımı Zulte’de oynayacak olması bence büyük bir kayıp.

Schaaf’ın seneler sonra bırakmasının ardından göreve gelen Dutt ile Bremen’i oldukça zor bir sezon bekliyor. Kadrolarında ciddi anlamda kalite eksikliği göze çarpıyor. Bremen için bu sezon hiç kolay olmayacak. Transfer dönemi bitmeden gerekli takviyeleri yapmazlarsa, başları yine ağrıyabilir.

Mainz ve Nürnberg ise ellerindeki önemli isimleri kaybetseler de, yine akıllı transferler yaparak dirençli takımlar olmaya devam edeceklerdir. Özellikle Nürnberg’de Ginczek ve Mainz’de Schahin’in başarılı bir sezon geçireceklerini düşünüyorum.

Lige yeni katılan Eintracht Braunschweig, Hertha Berlin ile Bundesliga’nın zayıf halkaları Augsburg ve Hoffenheim ise küme düşmeme mücadelesi verecek takımlar olacaktır. Özellikle Braunschweig’ın işi hiç kolay olmayacak. Augsburg bu dört takım içinden yine en çok direnen ekip olacaktır ve büyük ihtimalle de başarılı olacaktır.

Bizleri yine bol gollü ve keyif dolu bir sezon bekliyor olacak. İyi olan kazansın!

5 Ağustos 2013

Futbol Dayanışması

Yaklaşık 1 ay önce oynanan St.Pauli - Beşiktaş maçının öncesinde ve sonrasında aşağıda paylaştığım kısa belgesel çevrilmiş. Gezi Parkı olayını ve Çarşı'nın rolünü yorumlamış taraftarlar. İnsanların olan bitenden haberi olduğunu görmek hem şaşırtıcı hem de sevindirici.


St.Pauli - Beşiktaş ;

 



31 Temmuz 2013

Ronaldinho



Atiba Hutchinson (30)

Madem iş resmiyete döküldü, o zaman Atiba hakkında yazmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Oyuncu hakkında kısa bir değerlendirme yapıp, Beşiktaş'a nerede fayda sağlayabileceğinden bahsedeceğim.

Atiba'nın kariyerini enine boyuna anlatmak yerine, en çok göz önünde olduğu PSV dönemini ele almak istiyorum. Öncelikle PSV benim Avrupa'da izlemeyi sevdiğim takımların en başında gelir. Her zaman göze hoş gelen ve yüksek tempolu bir futbol anlayışını sahaya yansıtırlar. Bahis sevenlerin de vazgeçilmezlerindendir.

Atiba 3 sezon önce dikkatleri çeken Kopenhag performansının ardından PSV'ye dahil olmuştu. İlk sezonunda oldukça başarılı bir grafik çizmiş ve merkez ortasahada etkili maçlar çıkarmıştı. PSV'nin değişmeyen 4-2-1-3 oyun anlayışında, orta sahadaki ikilinin çok koşanı oluyordu. O sezon takımın tempolu oyun anlayışının en önemli isimlerinden biriydi.

Bir sonraki sezon ise geçirdiği sakatlık yüzünden uzunca bir süre forma giyemedi ve döndüğünde formayı kapmak hiç de kolay olmadı. Uzun süre rotasyon oyuncusu olmak durumunda kaldı ve zaman zaman farklı mevkilerde görev aldı. Sağ bek bunların başında geliyordu. Burada gösterdiği performansı yeterliydi diyebiliriz.

Geçen sezon ise sağ bekte gösterdiği bu performans sayesinde, o bölgenin ilk tercih edilen adamı oldu. Bu aynı zamanda Bulgar Manolev'in devre arasında Fulham'a kiralanmasına sebep oldu. Bütün sezon boyunca maçların nerdeyse tamamında forma giydi. Özellikle bazı Avrupa maçlarında tekrardan merkezde oynasa da, sağ tarafta daha faydalı maçlar çıkardı. Bazen Lens bazen de Narsingh'in arkasında oldukça iyi performans sergiledi. PSV'nin geçen sezon ligde rekor bir gol sayısına (34 maç 103 gol) ulaştığı bir oyun anlayışından bahsediyoruz. Ön bölgede daha aktif ama oturmuş savunmada da derin zaaflara yol açan bir anlayış. Öncelikli hedefi gol atmak olan ve açık oyuncularının en etkili olduğu liglerden birinde sağ bek oynamak, hiç kolay bir durum değil.

Beşiktaş özelinde değerlendirirsek defansif ortasahaya nasıl bir oyuncu gelmeli sorusuna ben şöyle cevap vermiştim. Atiba bu özelliklerden çoğunu bünyesinde barındırsa da, büyük bir eksiği var. Geriden oyun kurabilme özelliği. Bu takımın büyük bir süpriz olmazsa, yine Oğuzhan ve Fernandes'e bağlı kalacağını gösteriyor. Atiba'nın top ile ilişkisi kötü değil ama benim burada söylemek istediğim daha farklı. Atiba takımı ileri itmekten çok, topu bir yerden diğer noktaya götüren adam olur. Bu zaman zaman zorluklar yaşatacaktır. Ayrıca ligimiz oldukça sert bir oyun anlayışına sahip. İkili mücadelelerde atletik ve uzun olmak kadar, güçlü olmak da bu mevki için çok önemli. Atiba bu mücadele içinde de zorlanabilir.

Bunun dışında gerek tecrübesi, gerek düzenli oynayan bir oyuncu olması ve düzgün bir karakter olması sebebiyle takıma katkı sağlayacak olumlu yönleri de var. Kendisinin daha önce dizinden iki kez yaşamış olduğu bir sakatlığı var. Bu konuda nam salmış sağlık ekibimizle umarım işi olmaz.

Röportajında 13 numarayı sevdiğini ve uğuruna inandığını belirtmiş. Bunun dışında kafasında 2 sene daha üst düzey seviyede oynayıp, MLS'de kariyerini sonlandırmak olduğunu belirtmiş. İzlemek isteyenler için;











23 Temmuz 2013

Aranıyor


Beşiktaş aşamalı bir şekilde transferlere devam ediyor ve gözler Tolga Zengin transferinden sonra orta sahaya çevrildi. Oğuzhan ve Fernandes'in arkasında oynayacak oyuncu, takımın gelecek sezon ortaya koyacaklarını doğrudan etkileyecek. En kritik transfer bu bölge için olacak dersek, abartmış olmayız diye düşünüyorum.

Bu açıdan Beşiktaş özelinde oraya nasıl birinin gelmesi gerektiğini, en azından benim aklımdaki 6 numarayı maddeler halinde yazmak istiyorum. Gelecek isim bunlardan hepsine sahip olmasa bile, en azından bazılarına sahip olması gerekir. Geçelim maddelere öyleyse;

- Öncelikle anatomik yapısı itibariyle oldukça güçlü, uzun boylu ve duran toplarda etkili olması gerekir. Şu an itibariyle Ersan, Franco, Almeida ve Sivok var. Bu sayı 5 olursa, Fernandes'in kullandığı duran toplar daha da tehlikeli olur. Ayrıca mevcut kırılgan yapıya direnç katması açısından önemli bir durum.

- Geriden oyun kurabilme yeteneği olmazsa olmaz. Aksi durumda geçmiş 2 sezonda özellikle zorlu maçlarda sıklıkla gördüğümüz Fernandes sorunsalı çıkıyor ortaya. Oyun tıkandığı için geri geliyor ve kendi gayretleri ile oyunu kurmaya çalışıyor. Takımlar bunu iyi bildiği için özellikle ikili pres ile Fernandes'i olabildiğince etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Bu zaman zaman Fernandes'in top kaybetmesine de neden oluyor ve ani ataklarla karşı karşı kalıyor takım.

- Oyuncunun karakteri ve lider özellikleri de bir o kadar önemli. Takım oldukça genç bir yapıya büründü. Sahadaki bu genç oyunculara, oyun içinde liderlik yapabilecek ve aynı zamanda saygı görecek biri olması takım adına ciddi katkı sağlar.

- Bunların dışında oyuncunun taktik bilgisinin de üst düzey olması şart. Avrupa'nın zorlu liglerinde oynamış ya da yetişmiş olması ve özellikle Avrupa kupalarında tecrübesi olan biri olması takımın da çehresini değiştirecektir.

- Maç temposuna sahip olması da bir o kadar önemli. Takım içinde Gökhan, Pektemek ve bunlara eklenecek İsmail gibi geçen sezon çok az maç oynayan ya da oynayamayan oyuncuların olması zaten yeterince olumsuz ve göğüslemesi zor bir durumken, maç eksiği olan bir başka oyuncunun eklenmesi durumu daha da zorlaştırır. Onun için sağlık sorunları olmayan ve düzenli forma giyen bir oyuncu daha fazla katkı sağlayacaktır.

- Oyuncunun yaşı aslında çok önemli değil ama yukarda saydığım özellikler doğrultusunda zorlu bir ligde ( Big 5) mücadele eden bir isim olursa, takıma hem daha kolay adapte olur hem de vites yükseltmesinde fayda sağlar.

Beşiktaş bu 6 maddeden ne kadarını tutturursa o kadar başarılı bir iş çıkarır. Umarım 6 numaraya bu 6 kriteri de dolduran ve takıma bir Fabian Ernst etkisi yapabilecek bir isim gelir. Beklemedeyiz.



Kült

"Bazı kulüpler vardır, O kulüpler taraftarları ve sevenleri için ayrı bir değer taşır. Biz onlara 'Kült Kulüpler' diyebiliriz. Benim içinde böyle kulüplerden biriydi Beşiktaş buraya gelmeden önce. Westham United gibi, Everton gibi, Liverpool gibi bir kulüptü benim için. Beşiktaş Avrupa'nın en büyük kulübü olmayabilir ama taraftarları ve camiası için taşıdığı anlam Beşiktaş'ı Avrupa'nın belki de en özel 10 kulübünden biri kılıyor. Ben buraya gelmeden önce Mrmic ile yaptığım konuşmalarda da benzer şeylerden bahsettik. Buraya geldikten sonra da işin gerçeğinin böyle olduğunu gördük. Benim Hırvatistan'daki takımım Hajduk Split için de bunları söyleyebilirim. Hajduk Split çok büyük ve Avrupa'da söz sahibi bir kulüp değildir ama bulunduğu bölgedeki insanların hayatında çok büyük anlamlar taşır. Tam da bu özelliği ile bir kült kulüptür. Beşiktaş'ta tam olarak böyle bir kulüp. Arması, forması, renkleri, taşıdığı önem Beşiktaş'ı kült bir kulüp haline getiriyor. Ben Beşiktaş'a transfer olduğumda kulübün armasını öpen ve 'Ben zaten hep bu kulübün taraftarıydım, hep bu kulübü sevdim' diyen oyuncular gibi hareket edecek değilim. Benim hislerim gerçekten samimi ve buraya gelmeden önce de Beşiktaş'a karşı hislerim böyleydi. Buraya gelince de bu hislerim devam ediyor."

Slaven Biliç

13 Temmuz 2013

FC St.Pauli 1-0 Beşiktaş JK

Dün akşam çok özel bir maç oynandı Hamburg'da. Bir tarafta Almanya'nın en farklı takımlarından birisi St.Pauli, diğer tarafta ise Beşiktaş. Bu güzelliği hem sahada hem de tribünde görme şansı bulduk. Onlar Beşiktaş diye bağırdılar, Çarşı St.Pauli diye karşılık verdi. Ortak mesajlar verildi ve cidden farklı kültürlerin bu iki kardeş ruhlu takımını izlemek büyük bir keyifti.

Maçın genel değerlendirmesine geçmeden önce altını çizmemiz gereken önemli nokta var. Öncelikle St.Pauli takım kadrosu yeni sezona giriş yapacak şekilde hazır bir takım olarak sahadaki yerini alırken, Beşiktaş daha toplanıp çalışma yapalı sadece bir kaç gün olmuştu. Bu sahadaki oyuna da yansıdı.

İlk resmi maç olması sebebiyle takım analizinden çok oyuncuların bireysel performansını değerlendirmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Onun için forma giyen isimleri tek tek değerlendirmeyi tercih ettim.



Cenk Gönen

Eski performansından pek bir farkı yok gibi görünse de, şu an bir numaralı isim olması ve Jose hocanın çalışmaları ile oldukça hazır duruyor. Geçmiş dönemlerde yaşadığı sorunlar ise hala aynı şekilde devam ediyor. Sahada hızlı karar verme eksikliğini bir an önce atıp, oyunu hızlı başlatma, topu nasıl oyuna sokması gerektiğine çabuk karar verme gibi noktaları bir an önce aşmasını diliyorum.

Filip Holosko

Biliç kamp döneminde sağ bek olarak kullandığında nasıl bir performans verdiğini cidden merak ediyordum. Kendisi takım içinde fiziksel anlamdaki en hazır oyuncu diyebilirim. Kendine tatilde iyi bakmış. Aslında ofansif anlamda oldukça başarılı bir performans sergiledi ama savunma zaafları çok göze battı. Holosko'nun top kullanma yeteneğinin zayıf olması, savunmada zaman zaman zor durumlar yaşamasına sebep oldu. Bu saatten sonra olur mu bilmem ama Holosko'nun orada işi yok bence.

Tomas Sivok

Sivok da kendine iyi bakanlardan. Takım savunmasında ilk 45 dakika boyunca ne yapılması gerektiğini en iyi bilen isimdi. Özellikle oyunu ileri taşıma konusunda sıklıkla insiyatif aldı. Devamlı ilerdeki boş arkadaşlarını aradı ve genelde olumlu işler çıkardı. Yine takımın en önemli isimlerinden biri olacaktır.

Julien Escude

Escude'nin sanırım kafasında futboldan çok daha önemli şeyler var. Sanki futbol onun için bir hobi ve bu işi yapmış olmak için yapıyor gibi bir görüntü çiziyor. Bunun dışında yaşının da getirdiği sebeplerden ötürü, rakip ataklarında oldukça zorlandı. Biliç'in yeni sezonda şans tanıyacağını düşünmüyorum. Bu haliyle muhtemelen Katar'a gider.

Ersan Gülüm

Ersan da kendine bakanlardan. Ayakları yere artık daha sağlam basıyor. Biliç ondan bir Çorluka yaratabilir mi bilmem ama 45 dakika içinde savunma anlamında oldukça iyi sinyaller verdi. Bu istikrarını eğer ofansif anlamda da sağlarsa çok etkili bir oyuncu olacaktır. En azından İsmail dönene kadar bu bölgeyi idare edebilir mi, kampın ikinci döneminde net bir şekilde belli olur. Umut var.

İbrahim Toraman

Fiziksel olarak takımın en kötüsü. Ciddi anlamda kilo almış. Profesyonel bir futbolcuya yakışmayacak şekilde göbek yapmış hatta. Öncelikle tekrardan daha hazır bir hale gelmesi için ikinci kamp döneminde çok daha fazla çalışması lazım. Bunun dışında görünen Biliç'in onu ortasahada değerlendireceği. Bu Beşiktaş savunması için önemli bir nokta. Topu olumlu kullanma konusunda çok etkili olmasa da, en azından yedek kulübesinde bir alternatif olacaktır.

Veli Kavlak

Veli de oldukça diri bir görüntü çizdi. Oyun anlayışı her zamankinden farklı değildi. Yanında Toraman olduğu için takımı ileri taşımakta ciddi anlamda zorluklar yaşadı. O da büyük ihtimal yedek olarak zaman zaman şans bulacaktır.

Manuel Fernandes

Hazır bir görüntü çiziyor. Kendine iyi bakmış diyebiliriz. Saha içinde zaman zaman sinirli görüntüler çizse de, biz onun bu yönünü zaten biliyoruz. Biliç de aynı Aybaba gibi onu ortasahanın önünde değerlendirdi. Gerçi artık eski mevkisine geri dönmesi pek mümkün gözükmüyor gibi. Saha içinde çok hareketli değildi. Sezon içinde mutlaka bu tavrı değişecektir. Buna rağmen oyun zekası ve kalitesiyle takımın hala en önemli ismi.

Gökhan Töre

Oldukça iyi bir görüntü çizdi. Fizik olarak kendine iyi bakmış ama maç eksiği olduğu çok net belli oluyor. Arkasında Holosko oynamasına rağmen, oldukça etkili bir oyun çizdi diyebilirim. Özellikle Fernandes ile yaptığı pas alışverişleri ve ceza sahasına yakın oyunu olumlu görüntü verdi. Takım savunmasında da oldukça başarılıydı. Mühim olan sakatlık yaşamadan sezona girmesi. Onun için alacağı süre zaman geçtikçe artacaktır. Kilit oyunculardan biri olacaktır.

Olcay Şahan

Olcay da geçen sezon bıraktığımız gibi. Zaman ilerledikçe daha da iyi olacaktır. Geçen sezondan farklı bir performans beklemiyorum. Takımın banko isimlerinden biri olacağı çok net belli oluyor. Daha iyi anlaşabileceği bir forvet ile daha da başarılı olabilir.

Hugo Almeida

Biraz fazla rahat bir görüntü çizdi. İlk 20 dakika içinde öyle ve ya böyle 4 tane net pozisyonu oldu. Bu ofansif hattın oyun anlayışına hiç uymayan bir oyuncu modeli görüntüsü çiziyor. Geçen sezon daha merkezi bir roldeyken, bu sezon ondan daha bir takım oyuncusu gibi olması ve bulduğu şansları değerlendirmesi bekleniyor. Fazla rahat tavrı ile bu zor gözüküyor. Yolların ayrılması iki taraf içinde daha yararlı olacaktır.



İkinci Devre 11'i

Günay Güvenç

Kendisi transfer olduğu gün söylediğim gibi çok başarılı bir hamle yapıldı. Günay doğru ellerde, işlendiğinde çok daha iyi olacaktır. Kısa sürede rakibin ciddi anlamda baskı yarattığı dakikalarda, oldukça başarılı bir performans sergiledi. Umarım iyi çalışır ve muhtemelen 3.kaleci olacağı dönemler dahi olsa karamsarlığa kapılmaz ve iyi çalışmaya devam eder. Gerçi Jose varken böyle bir şey pek mümkün değil zaten. Önemli bir potansiyel.

Tanju Kayhan

Tanju bıraktığımız gibi. Futbol anlamında çok bir fark yok. Orjinal bir bek olmasına rağmen ofansif anlamda hiç bir varlık gösteremedi. Bu performansından dolayı hocanın arayışlarda olduğu çok net bir şekilde belli oluyor. Serdar Kurtuluş büyük ihtimalle kadroya dahil olacağı için kadroda kalacağını düşünmüyorum.

Berat Çetinkaya

Berat geçen sezon bolca forma şansı bulmasının meyvelerini toplamaya başlamış. Daha bir sakin daha bir akıllı gördüm. Kalır kalmaz bilmem ama kendini geliştirdiğini görmek güzel. Umarım takımda kalır ve kendini değerlendirme şansımız olur.

Atınç Nukan

Benim için açık ara maçın en dikkat çeken oyuncusu oldu. Fiziki anlamda olmuş artık. Aşırı uzun olmasına rağmen, oldukça hızlı. İkili mücadelelerde olsun, hava toplarında olsun her müdahelesi gayet başarılıydı. Daha kolay bir rakip karşısında, ofansif anlamda da ne yapar bir görmek lazım. Atınç'tan çok umutlu değildim ve bu performansı beni cidden çok şaşırttı.

Gökhan Süzen

Tam bir hayal kırıklığı. Pek istekli olduğunu söylemek zor. Isınırken bile olanı biteni çok ciddiye almıyor. Bunlar bir yana bırakalım, saha içinde yaptığı pas hataları akıl alır gibi değil. Yeteneklerinden önce Gökhan'ı birilerinin uyarıp, kendine getirmesi lazım.

Hasan Türk

Allah var Hasan çok yetenekli bir futbolcu ama Hasan'ın ciddi bir sorunu var. Hasan sahada yaklaşık 100m2'lik bir alan içinde aktif. Burada topla buluşuyor, daha uygun olana veriyor ya da top kapıyor vs. ama temposuz ve hareketsiz. Bu seviyede böyle oynarsan, şans bulamazsın. Hatta bu şekilde kendi yaş gruplarında bile şans bulamazsın. Hasan'ın çok daha hareketli olması lazım ki, yetenekleri takım adına faydalı olsun. Bu şekilde zor.

Mehmet Akgün

Bence mevcut kadro içinde sağ bek için en uygun futbolcu kendisi. Öncelikle ayağı çok düzgün. Biliç onu ortasahada değerlendirdi ve çok etkili olamadı. Daha çok tamamlayıcı bir isim olduğu için, o bölgedeki sorumluluk kendisine fazla geliyor. Sık sakatlanan bir isim olması sebebiyle, sağ bek için geçici bir alternatif olabilir. Çok fazla bir şey beklenmiyor zaten.

Muhammet Demirci

Öncelikle Biliç kendisine ciddi anlamda önem veriyor. Bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Muhammet için önemli bir fırsat var bu. Çok çalışıp hocasının da dediği gibi o zıplamayı artık başarmalı. Ortam ve şartlar hiç bu kadar müsait olmadı. Cesaretini yitirmez ve böyle devam eder umarım.

Dentinho

Tam bir değerlendirme yapmak çok zor. Çok hazır görmedim açıkcası. Oyun anlayışındaki farklılıklar en büyük handikapı. Bunu aşabilir mi, takıma fayda sağlayabilir mi gibi sorulara cevap vermek için çok erken. Bir sonraki kamp döneminden sonra ne verebileceğini az çok kestirebiliriz diye düşünüyorum.

Ömer Şişmanoğlu

Sahada yer alan 22 futbolcu içinde en istekli, arzulu isim Ömer oldu. Bir an önce bir şeyler yapmak istemesi Beşiktaş adına sevindirici. Bu hırsını korursa, sezon içinde takım adına ciddi faydalar sağlayabilir. O da oldukça hazır bir görüntü çiziyor.

Mustafa Pektemek

Mustafa'yı bu maç özelinde değerlendirmek zor ama tek forvet olarak yine zorlanacak gibi görünüyor. Öncelikle sağlığına dikkat etmeli ve daha da güçlenmeli. Basit oynadığında ve düşünerek hareket ettiğinde Mustafa'nın büyük işler yapabildiğini daha önce de çok kez gördük.



Daha önce de belirttiğim gibi hazır bir takıma karşı oynanan bu maç, Biliç'e sadece oyuncuları değerlendirme şansı tanıdı. En azından kimin ikinci kampa götüreceleği konusunda kafasındaki sorulara cevap buldu diye düşünüyorum. Yeni transferler ve önemli oyuncuların hazır bir hale gelmesinin ardından takım daha da iyi olacaktır.




11 Haziran 2013

Gökhan Töre (21)

Gökhan Töre 1992 senesinde Köln'de Samsunlu bir gurbetçi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. 21 sene içinde ise yaşadıkları ve ulaştıkları göz önüne alındığında oldukça ilginç bir hayat hikayesine sahip. Özellikle hayatında çok önemli bir yere sahip olan dedesi başta olmak üzere, İngiltere'ye transferi, sonra başarılı Bundesliga macerasıyla sıradan bir futbolcu hikayesi olan bir isim değil.

Futbolda çok ufak yaşlarda Adler Dellbrück'de gösterdiği başarının ardından, 7 yaşında genç oyuncular için Almanya çapında büyük bir fırsat olan Bayer Leverkusen'e transfer olur. Burada çok ufak yaşlarda gösterdiği performans sadece Türk milli takım ekibinin değil aynı zamanda Almanların da dikkatini çeker. Ama Gökhan'ın kararı çok nettir. Onunla ufacık yaşından itibaren ilgilenen ve her antremanında ona eşlik eden dedesi Sabri'nin vasiyetini yerine getirecektir. O daha 14 yaşındayken kaybettiği dedesinin tek arzusu Gökhan'ın ay-yıldızlı forma giymesidir. O da hiç şüphesiz bu isteği yerine getirir ve milli takım için forma giymeye başlar. Dönem dönem Almanların yetkili ismi Horst Hrubesch'in onu telefonla taciz etmesine kulak bile asmaz. Bu güçlü ilişki dedesinin onunla çok ilgilenmesi ve onu antremanlarına götüren kişi olmasından daha derin bir konu aslında. Özellikle 3.jenerasyonun ebeveynleri çalışmak zorunda olduğu için, bu nesli genelde dedeleri ve nineleri büyüttü. Bu yüzden bu neslin ilk jenerasyona karşı olan bağlılığı oldukça derin ve güçlüdür. Buna güzel bir örnek mesela Gökhan'ın sol kolundaki dedesinin adını ölümsüzleştirdiği dövmesidir. Bu yüzden çok severim Gökhan'ı.

Takımındaki başarısı sayesinde Gökhan büyük takımların da dikkatini çeker ve Chelsea'ye transfer olur. Henüz 17 yaşındadır ve çok farklı bir ülkeye doğru yol tutacaktır. Onun transferinde rol oynayan isim Frank Arnesen olur.

2009/10 ve 2010/11 sezonunda özellikle yaptığı asistlerle dikkat çekti. Chelsea U18 ve Rezerve takımlarında oldukça başarılı bir dönem geçirdi ve şampiyonluklar yaşadı. Bu sayede zaman zaman Ancelotti idaresindeki Chelsea A takımında da yer aldı. Ancelotti gençlere çok şans veren biri olmadığı için, buradaki macerası kulübe dışına çıkamadı. 18 yaşında forma şansı bulamasa da, yıldız isimlerle antreman yapma şansını elde etti. Kalou, Zhirkov gibi isimlerle çok samimi olduğunu her ortamda dile getiriyor. O da Oğuzhan gibi play station hastası.

Bu sürecin sonunda önce gençlerin şans bulamamasından şikayetçi olan Arnesen, Chelsea'den ayrılıp Hamburg'a gitti. Arnesen'in ilk icraati Chelsea alt yapısında yer alan bu gençler oldu. Bunlardan bir tanesi de Gökhan'dı. 2,5 yıllık Chelsea macerasının ardından Hamburg ile 3 senelik sözleşme imzaladı ve artık sahne alabilecekti.

Hamburg 2011/12 sezonuna Michael Oenning liderliğinde başladı. Genç ve daha oturmamış bir takım olmaları kadar, oldukça tecrübesiz bir teknik direktörün idaresi altında olmalarından ötürü sezona kötü bir başlangıç yaptılar. Bu ister istemez Oenning'in sonu oldu ve yerine hala görevde bulunan Thorsten Fink getirildi. Gökhan iki teknik adamın da değişmeyen oyuncusuydu ve takımın ofansif anlamda en kilit isimlerinden biri olmayı başardı. Bu kısa zaman içindeki başarısı özellikle Rubin Kazan olmak üzere bir çok takımın dikkatini çekti ve devre arasında Hamburg'un kapısını çaldılar. Hamburg ve Gökhan ilk etapta hayır dediler. Sezon sonu ise işin rengi değişmişti ve Gökhan Rubin'in yolunu tutacaktı.

Rubin Kazan süreci ise hiç beklendiği gibi olmadı. Transferde isteksiz olduğunu daha sonra kendide dile getirmişti zaten. Burada bir şekilde yeterli şansı bulamadı. Daha sonra işin menajeri ile ilgili olduğu ve bu konuda bir takım gizli olayların döndüğü dedikoduları çıksa da, ne olup bittiğini bilmiyoruz. Bilinen tek şey bu olaylardan sonra Gökhan'ın Ahmet Bulut'un portföyüne dahil olduığu.

Milli takımda ise onu A takıma ilk kez alan Hiddink döneminde de, Avcı döneminde de kadroda kendine yer buldu. İlk maçına 10.08.2011'de Estonya karşısında çıktı ve başarılı bir performans gösterdi. Çok forma giymediği dönemlerde dahi kadroya çağrılması, teknik ekiplerin ona olan güvenini çok net bir şekilde yansıtıyor. Hiddink'in Chelsea'de oynarken onun için İngiltere'ye gidip antremanlarını izlemesi ve ona da diğer gurbetçi isimlere olduğu gibi değer vermesi de oldukça önemli bir ayrıntı.


TEKNİK DEĞERLENDİRME

Gökhan'ı değerlendirirken üst ligde forma giydiği ilk sezonu olan Hamburg'daki dönemini baz alacağım. Hamburg'da forma giydiği dönemde 4-2-3-1 formasyonunda sağ açık, 4-3-1-2'de de zaman zaman ofansif ortasaha zaman zamanda ikinci forvet olarak oynadı.

Gökhan her iki ayağını da kullanabilse de, sol ayağı güçlü olan bir futbolcu. Teknik kapasitesi oldukça yüksek bir isim. Topu ayağında saklama konusunda oldukça başarılı olması dışında en önemli özelliği top sürüşü ve bunu başarıya götürebilmesi. Bu becerisi onun aynı zamanda en büyük handikapı. Başarabildiğine inandığı için bazen olması gerektiğinden fazla topu tutuyor ve takımın oyun anlayışını kötü anlamda etkiliyor. Örnek aldığı isimlerin Robben ve Messi olduğunu da bu noktada belirtmekte fayda var. Eğer doğru isimlerle çalışabilirse, bu özelliğini olumlu kullandığını da belirtmekte fayda var. Bunu en güzel anlatan aşağıdaki grafiktir bence. Hamburg'da oynarken yakaladığı maç başı kilit pas başarısı ile Bundesliga'nın en iyileri arasına girmeyi başardı. Bayern'den Robben ve Ribery ya da o sezonun flaş ekibi Mönchengladbach'dan Arango ya da Reus gibi isimlere yakın bir sayıya ulaşması çok önemli.

Kendisini yetenekli futbolcular içinde bir adım öne çıkaran bir başka özelliği ise mücadeleci ruhu. Sonuç olumsuz olduğunda, bazı oyuncular gibi durumu asla kabullenmiyor. Bunu değiştirebileceğine inanıyor ve takımındaki arkadaşlarını da inandırıyor. Bu özelliğini özellikle Hamburg'da bir kaç kez gösterme şansı buldu ve herkesin övgüsünü almayı başardı.

Gökhan mesela bir İlkay gibi kendini kişisel anlamda çok geliştirmiş bir isim değil. Dolayısıyla bu onun hayata bakış açısı ve davranışlarında da farklılıklara sebep oluyor. Hayattan keyif almasını seven bir isim. Bu konuda kendisine baskı yapılması ters tepebilir. Bir Batuhan değil tabi ama Fernandes kadar rahat bir isim diyebilirim.

Hamburg'da oynadığı dönemde oldukça fazla sorumluluk alıyordu. Kornerler ya da duran topları hep o kullanıyordu. Bu takıma skor olarak olumlu yansıyordu. Özellikle sol ayağıyla içe doğru kullandığı kornerlerden Hamburg çok sayıda gol buldu. Fernandes'in bu sezon verdiği katkı kadar olmasa da, bu konuda da faydalı olacaktır.

Bazı zamanlar ''sahte'' ofansif ortasaha olarakta oldukça iyi maçlar çıkardı. Top sürme konusundaki becerisi ve teknik kapasitesi sayesinde takım arkadaşlarına daha çok katkı yapan bir oyun tarzı ortaya sergiledi. Özellikle Bayer Leverkusen maçı, bu maçlar içinde en dikkat çekeniydi diyebilirim. Savunma arkasına bıraktığı paslardan sadece bir tanesinin gol olması ise büyük bir şansızlıktı.

BEŞİKTAŞ'TA NE YAPAR?

Gökhan'ın Beşiktaş'ta oynaması gereken mevki önceki takımlarında da olduğu gibi sağ açık olacaktır. Bu durum onu ters ayağıyla mecburen içeri doğru oynamasını ve iç kısımdaki isimlerden kopmamasını sağlayacaktır.

Takımda oynayacağını düşündüğüm Olcay, Oğuzhan ve Fernandes ile beraber topa hakim ve baskıcı bir futbol anlayışını kolaylıkla sergileyebilir bu ekip. Bu üç isim geçen sezon özellikle ilk devrede küçük üçgenlerle rakip savunmayı bozan bir anlayış benimsemiş ve oldukça başarılı olmuştu. Gökhan da bu ekibe kolaylıkla dahil olabilecek bir oyuncu. Burada önemli olan bu isimlerin önünde tek amacı gol katkısı verebilecek bir forvet olacaktır. Elimizde iyi forvetler olsa da, bu şablonda skora net bir şekilde katkı yapan bir isim olmazsa olmazdır.

Bunun dışında takımdaki gurbetçi oyuncu sayısının gittikçe artıyor olması da onun için büyük bir şans. Alt yapıdan arkadaşı olan Burak Kaplan büyük ihtimal takımda kalmayacaktır ama eğer kalırsa onun da uyum konusunda kendisine faydası olacaktır diye düşünüyorum.

Son olarak geçen sezon çok fazla forma giyememiş olması Gökhan için bir handikap gibi duruyor ama eğer kamp dönemini iyi geçirirse kısa süre içinde bu açığını da kapatacaktır. Kendisine tekrardan çocukken tuttuğu takıma hoşgeldin diyor ve başarılar diliyorum.

9 Haziran 2013

Nasıl Yani?

Dün Spor Bakanımız Suat Kılıç'ın yapmış olduğu bir açıklama yansıdı Beşiktaş Medyasına. Haber şurada mevcut. Sayın bakan sürecin Demirören zamanında tamamlandığını, hatta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da olan bitenden haberdar olduğunu belirtmiş.

Şimdi gelelim asıl meseleye. Yıldırım Demirören Beşiktaş'ın başındayken, Kültür Bakanlığı'na stadyumun durumu ve yeni stad projemize neden izin verilmediği ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Bunun dışında stadyumun hemen dibindeki otele nasıl izin verildiğini ve bölgeye yapılacak metro inşaatının neden herhangi bir engelle karşılaşmadığını sormuştum. Uzun süren beklemenin ardından İstanbul III No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü bana aşağıdaki mektubu yollamıştı.



Bu mektupta bizi bugün ilgilendiren kısım, sarıyla çizilmiş ilk bölüm. ''... İnönü Stadyumu ile ilgili olarak işlem dosyasında, yapı tescil edildikten sonra kurulun değerlendirdiği herhangi bir restorasyon projesi veya avan proje olmadığından, iptal edilmesi de söz konusu değildir.''

Kısaca bize ulaşmış herhangi bir proje yok. Hatta avan proje bile yok neyin iptalinden bahsediyorsun sen kardeşim dedi devletimizin kurumu. Mektubun tarihine bakalım. 5 Nisan 2012! Kısaca Fikret Orman daha bir kaç haftalık başkan.

Sayın Bakan'ın amacı nedir bilmem ama Beşiktaş üzerinden manipulasyon yapılması hoş değil.



31 Mayıs 2013

Bundesliga'da Sponsorluklar

Real Madrid'in Emirates ile yaptığı sponsorluk anlaşmasının ardından, Sportbild karşılaştırmak amacıyla Bundesliga ekiplerinin forma sponsorlarından ne kadar kazandığını paylaşmış. İşte liste ve miktarlar;

1. FC Bayern - Telekom - 30 milyon €
2. VfL Wolfsburg - Volkswagen - 20 milyon €
3. Schalke 04 - Gazprom - 18 milyon €
4. Borussia Dortmund - Evonik - 15 milyon €
5. Hamburger SV - Emirates - 7.5 milyon €
6. VfB Stuttgart - Mercedes Benz Bank - 7 milyon €
7. Bayer Leverkusen - Sunpower - 6 milyon €
8. Eintracht Frankfurt - Krombacher - 5.5 milyon €
9. Borussia Mönchengladbach - Postbank 5 milyon €
10. TSG 1899 Hoffenheim - Suntech - 5 milyon €
11. Mainz 05 - Entega - 5 milyon €
12. Werder Bremen - Wiesenhof - 5 milyon €
13. Hannover 96 - TUI - 4 milyon €
14. 1.FC Nürnberg - NKD - 3 milyon €
15. SC Freiburg - Ehrmann - 2.5 milyon €
16. Fortuna Düsseldorf - Otelo - 2.3 milyon €
17. Greuther Fürth - Ergo - 2.2 milyon €
18. FC Augsburg - AL-KO - 1.5 milyon €



Schalke, Wolfsburg gibi takımlar başta olmak üzere çoğu takımda hesaplamalar bonuslarla beraber ulaşılabilecek en yüksek oran olarak belirtilmiş. Bazılarında ise (Bremen, Hannover) yazan miktar, doğrudan kasaya giren para şeklinde.

Bu arada Real Madrid'in senelik ne kadar kazanacağı konusunda net bir bilgi yok ama uzmanlar senelik 25 milyon € civarında olduğunu düşünüyorlar.

7 Mayıs 2013

Beşiktaş Modeli

Özellikle Dortmund'un son üç sezonda harika bir çıkış yakalaması ve tekrardan eski günlerindeki gibi başarılı olması, buhran sürecinden çıkan o masalımsı hikaye sadece Türk futbolseverleri değil, yer yüzündeki bütün futbolseverleri heyecanlandıran bir olay. Bu başarıya ulaşmış proje özellikle Almanya'nın bazı takımlarına da örnek oldu. Başarılı olanlar kadar, zorluk çeken ve çuvallayanlarda oldu doğal olarak.

Bu modelin Türkiye'de en çok yakıştırılan kulüplerinden biri de Beşiktaş. Öncelikle ben bu düşünceye tam anlamıyla katılmadığımı baştan belirteyim. Bunun öncelikli sebebi hem Dortmund'un yapısı ve Almanya'nın futbola bakış açısı, hem de Beşiktaş'ın dinamikleridir. Beşiktaş ayrıca kendi modelini yaratacak kadar köklü ve vizyonlu bir kulüptür diye düşünüyorum ama yine de bazı noktaları iyi incelemekte fayda var.

Futbolda oyuncu kalitesinin sonuca doğrudan etki ettiği gerçektir. Yani futbol iyi futbolcularla oynanır da denebilir. Beşiktaş son bir kaç sezonda çok daha maliyetli futbolcularla, çok daha kaliteli isimlerle, daha geniş bütçeli takımlarla da yarış içinde bulunmuş ve bulunduğu konum bugün bulunduğundan farklı olmamıştı. Bunun da kendi içinde cevapları vardı mutlaka ama bugün bakıldığında alacakları zamanında ödenen ama bir o kadar kaliteli olmayan isimlerden de benzer bir sonuç elde edildi. Kısaca yetenek kadar önemli olan bir şey de organizasyon içindeki düzendir. Bu konuda Beşiktaş başarılı bir konuma gelmiştir diyebiliriz artık.

Bu sezon Beşiktaş özelinde bir değerlendirme yapılıp yeni bir yol haritası çizilecekse, masaya yatırılacak tek kişi Oğuzhan Özyakup olmalıdır. Beşiktaş ne yapmalının tüm cevaplarını Oğuzhan bizlere ve tüm Türkiye'ye göstermiştir. Henüz 20 yaşındaki bu çocuk gösterdiği muazzam performansla hem Beşiktaş'ta hem de formasını giydiği ümit milli takımda harika işler çıkarmıştır. Ve olması gereken hakkında bizlere ip uçları vermiştir.

Aynı şekilde ne yapılmaması gerektiğinin sırrı da yine bu sezon forma giyen ama katkı veremeyen diğer isimlere bakmakta yatacaktır. Sadece kariyeri ve geçmişinde yaptıkları ile sözleşme kapan isimlerin her hangi bir sportif katkı vermediği gerçeği çok net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kısaca geçmişi ile sözleşme imzalanan futbolculara yer verilmemelidir artık.

Beşiktaş'ın stad konusu ve yeni yeni izlerini sildiği mali zorluklardan ortaya çıkan tablo açık ve nettir. Beşiktaş'ın aynı Dortmund'un zamanında yaptığı gibi ince eleyip sık dokuması gerekmektedir. Kadrosuna dahil edeceği oyuncuları yukarda bahsettiğim ölçüde değerlendirmeli ve yatırımlarını doğru yapmalıdır. Bunları yaparken de oldukça hızlı ve atik davranmalıdır.

Peki Beşiktaş bu zorlu şartlarda nasıl bu yarışın içinde öne çıkabilir? Piyasada milyon eurolar istenen yerli oyuncu gerçeği ortadayken hem de. Mesela ciddi bir katkısı olmayan, 22 yaşında Anadolu takımında forma giyen orta seviye bir isim için istenen paralar 6-7 milyon € civarında. Bu derece yüksek paralara alınan ve büyük takımlarda üst düzey uluslararası başarı sağlamış bir futbolcu hatırlamıyorum ben. Zorlasak bile bu rakam üçü geçmez. Kötü örnekleri saymaya kalksam sayfalar yetmez ama! Çözüm nedir öyleyse?

Yol haritası çok nettir. Oğuzhan Özyakup'ların sayısını arttırmak! Bunun için zamanında nasıl Dortmund yönünü Polonya ve kıta dışındaki oyunculara çevirdiyse, Beşiktaş da rotasını Avrupa'ya çevirmeli ve kadrosunun temellerini buradaki kaliteli gurbetçi gençler üzerine kurmalıdır. Burada da dikkat edilmesi gereken husus sadece gurbetçi diye her önüne gelenin kadroya dahil edilmemesi, aksine özel olanların seçilmesidir. Bu işi başaracak birikim,kapasite ve veri Beşiktaş'ın izleme komitesinde mevcuttur. Yukardaki genç oyuncu için istenen paraya bu oyunculardan rahatlıkla bir iskelet kurulabilir.

Sadece bu yeterli olmayacak tabii ki. Asıl önemli olan yatırımın diğer kısmı olan yabancı futbolcular. Burada Beşiktaş'ın elinde çok güzel bir başka örnek mevcut. Takımın saha içindeki lideri Manuel Fernandes ve savunmanın en değerli ismi Tomas Sivok. Bu sezon gösterdikleri inanılmaz gayret ile bir başka model olarak bize ip uçları veriyorlar. Hırslı ve istekli yapıları ve verdikleri ile Beşiktaş'ın ikinci yol haritası da bu kalitedeki oyuncuları tercih etmek olmalıdır. Kalitesiz isimler almak yerine, gerekirse kiralama yolu bile uygun olabilir. Bunu benzer zorluk yaşayan Galatasaray'ın zamanında yaptığı kritik Melo transferi ile de örnekleyebiliriz.

Bunların dışında şu an ciddi sorunlar söz konusu. Öncelikle Samet Aybaba'nın kalıp kalmayacağı belli değil. Bunun dışında kongreden ötürü futbol takımının transferlerde geç kalma ihtimali var. Rakiplerin hazır bir kadro ve teknik ekiple yola çıkacağı gerçeği de çok net bir şekilde ortadayken, geçen her saniye Beşiktaş'ın aleyhine işliyor. Özellikle sözleşmesi bitecek kaliteli oyuncular bu süreçte başka takımlarla anlaşabilir. Sportif anlamda başarının anahtarı özellikle Nisan-Mayıs ayında ne ekip ne biçtiğinize bakar. Onun için süratle hareket etmek şarttır.

Sonuç olarak Beşiktaş kafalarda ama dedirten ya da tecrübe katar diye sabredilen isimlerle yolunu ayırmalı ve lider ruhlu yabancı ve kaliteli genç gurbetçi futbolculara yönelmelidir. Bunlara kadrosunda bulunan sayıları iki elin parmak sayısını geçmeyen kaliteli isimlerini de dahil edip önlerine olmazsa olmaz olan hedefi koymalıdır; Şampiyonluk!












9 Nisan 2013

Yap Boz!



Beşiktaş dün ligin zorlu diyebileceğimiz takımlarından Bursaspor ile karşılaştı. Bu sezon şampiyon olmuş takımlara karşı 7 maçta aldığı tek galibiyet, önemli isimlerin sakatlıkları ve takımın ikinci devre gösterdiği başarısız performans düşünüldüğünde bu maçın aslında nasıl biteceği belli gibiydi.Sahaya çıkan oyunculara bakıldığında dikkat çeken isimler stoperdeki Escude, uzun zaman sonra forma bulan Pektemek ve orta alanın sağındaki Oğuzhandı. Bunlara ek olarak bir de Akgün sahadaydı. 


Bu kadroya karşı Bursaspor, başta Kasımpaşa olmak üzere diğer takımların uyguladığını denedi ve bütün oyunu sağ tarafından yönlendirdi. Yakalanan bir çok pozisyonun ardından goller geldi ve Bursaspor 45 dakikada maçı kopardı. Beşiktaş ilk şutunu 44.dakikada Pektemeğin ayağından buldu. Deplasmanda oynanan Fenerbahçe maçının adeta bir kopyası yaşandı.


Stoperde Escude tercihinden çok, anlamsız bulduğum konu bu takımın tandem sorunu. Sene başından beri defalarca değişti durdu. Sivok dışında diğer oyuncuların kalitelerini yetersiz bulsam da, bir takımın en kritik bölgesiyle bu denli oynanmasına anlam veremiyorum. Sonuçta istikrarsızlık daha büyük bir sorun. Rakiplere baktığımızda bunu çok daha iyi görebiliyoruz. Bu istikrarsızlık, kalitesizlikle birleşince başarısızlık kaçınılmaz oluyor. Üzerinden 20'den fazla sene geçmesine rağmen hafızalarda yer edinmiş Baresi, Costacurta, Maldini ve Tassotti dörtlüsünü unutulmaz kılan da bu değil midir? Lig bitiyor ama Beşiktaş hala ideal bir dörtlüyü bulamadı!


Orta alana baktığımızda da karşımıza Veli diye bir kardeşimiz çıkıyor. Bu arkadaşımızın vasıflarının ne olduğunu ben hala anlamıyorum. Teknik kapasitesi yok, oyunu okuma yeteneği yok, kontrol yok, şut yok, dikine oynayamıyor. Kimilerine göre sert ve kesici bir isim. Bu maçta da muhtemelen bu yüzden oynadı. Rakibin en tehlikeli adamı Batalla'yı durdurmaktı görevi. Peki gollere baktığımızda Veli nerede? Batalla 20-30 metrede rahatlıkla ilerlerken, Veli ondan çok uzaklarda. O zaman soruyorum neden bu arkadaşımız hala bu takımda forma giyebiliyor? Benzer durumlar bir çok oyuncu içinde geçerli. Farklı mevkilerde oynayabiliyormuş gibi gözüken ama hiç bir pozisyonda bu takımda oynamayı hak etmeyen bir çok oyuncu mevcut. 


Sahaya çıkan oyunculara baktığımızda Beşiktaş yaklaşık 27 yaş ortalamasından oluşan bir 11 ile sahadaydı. Sezonun uzunca bir bölümünde de rakam bu civarlarda oldu. Bu takımın bir yarış içinde olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olmaz. O zaman beklentide, değerlendirmede o doğrultuda olur. Sırf bu yüzden genç isimler şans bulamıyorsa, hocadan başarı beklemek bu asırlık çınarın hakkıdır. Sonuçta bu sezon sadece ligde mücadele eden Beşiktaş başarısız olmuştur. Eğer bir yapılanmaya gidilmiş olsa ve tercihlerde genç, umut vaadeden isimler forma şansı bulmuş olsa, durum çok daha farklı olabilirdi. Bu şekilde kayıp bir sezon oldu. Ne ligde, ne kupada bir başarı sağlandı, ne de alttan gelen isimler şans bulabildiler. 


Hocanın özellikle yenilgilerden sonra söylediği bir şey var, kadrom yetersiz. Yaklaşık 25 milyon €'luk maaş alan bir takımın ve kadrosundaki isimlerin çoğunun üst düzeyde futbol oynamış isimler olduğunu da unutmayalım. Beşiktaş üç kulvarda yarışan bir takım olsa hak verebilirim bu söyleme ama tek kulvarda ilerleyen bir takım için bu söylem benim için anlamsızdır. Geçen sezon şampiyon olan Galatasaray'a bakıldığında da takımın 15-16 isimle sonuca gittiğini net bir şekilde görebiliriz. Sakatlıklar konusunda da sorumlu kendi kondisyonerleri ve sağlık ekibidir. A takımda forma giyen 27 isimden Erkan Kaş dışında hepsinin sakatlık yaşamasını başka türlü değerlendirmek mümkün değil!

 Özellikle sezonun ikinci devresinde ortaya konan oyun ve anlayış Aybaba ile olmayacağını çok net bir şekilde göstermiştir. Yönetimin kısa sürede gerekli çalışmayı yapıp, şimdiden gelecek sezon için teknik ekip başta olmak üzere, takım içindeki safralardan da kurtulup doğru bir yapılanma ile uzun soluklu bir atılım gerçekleştirmesi şart. Geçen her saniye Beşiktaş'ın aleyhine işlemektedir.