26 Haziran 2012

Kombine 2012/13

Her kulübün yayın gelirleri, sponsorlar ve ürün satışı dışında en önemli gelir kaynaklarından bir tanesi de maç günü elde edilen gişe gelirleri ile sezon öncesi satışa çıkan kombinelerdir. Çoğu takım için en önemli kaynaklarından olması bir kenara, futbolun doğasına en uygun gelir kalemi olması ile diğerlerinden ayrılır. Bu bağlamda başta Bundesliga ekipleri olmak üzere, ligdeki rakiplerimizin fiyatları ve Beşiktaş'ın son bir kaç senedeki rakamlarını karşılaştırıp olması gereken fiyatlar hakkında bir değerlendirme yapacağım.

İlk olarak bu işte Avrupa'da en başarılı takımların yer aldığı Bundesliga'daki ekiplerden başlamak istiyorum. Bundesliga'da bir çok ekip yoğun talep sebebi ile bekleme listesi oluşturuyor. Bunların başında da Borussia Dortmund geliyor. Yani gelecek sezon için Dortmund'un maçlarını izlemek isteyen bir taraftar, buna seneler öncesinden başvurmak durumunda. Senede 50.000'den fazla kombine satan bir ekip olması ile en uç örnek olarak ele alabiliriz Dortmund'u! İmkanlar dahilinde bakıldığında nerdeyse her koltuğu sezon öncesinden pazarlama şansları olmaları hayranlık verici.

Asıl değerlendirmemiz gereken ekiplere baktığımızda ise sonuç çok şaşırtıcı. İlk önce hemen her takımda taraftarlara farklı fiyat yelpazesi sunuluyor. Satışa çıkan normal kombinelerin dışında, çocuklara, engellilere ve üyelere özel avantajlar sağlanmış. Mesela Hannover'in fiyatlarına baktığımızda en pahalı koltuklar 675€'dan satılıyor. Burada her hangi bir indirim söz konusu değil. Bir alt kategoride ise 595€'dan satılan koltuklar, üyelere 325€'dan sunuluyor,çocuklar içinse fiyat 195€. Hannover çok güzel bir uygulamaya gitmiş ve baba-evlat kombinesi yapmış. Burda çocuğun yaşı sınırlı ama eğer baba ve evladı şeklinde kombine alınırsa, çocuğun kombinesi çok daha ucuza denk geliyor.

Bu sezon başarısız olan ve Avrupa'da mücadele edemeyecek Hamburg'da ise rakamlar biraz daha farklı. Imtech-Arena'da maç izlemenin bedeli 726€ ile 89€ arasında gidip geliyor. Sahayı en iyi gören yerin fiyatı 726€ iken, aynı koltuk üyelere 684€'dan satılıyor. Kale arkaları ise 358€ ile 275€ arasında değişiyor. Hamburg'un en ilgi çeken uygulaması ise Langnese (Algida) sponsorluğunda oluşturulmuş aile tribünü. Bu kategoride çocuğunuz ile beraber maç izleme şansına sahipsiniz. Çocuğunuz için ödeyeceğiniz miktar sadece 89€. Buradan bir yetişkin olarak koltuk alma şartınız, çocuğunuz ile kombine almanıza bağlı. Başka türlü bu tribüne giremiyorsunuz. Benzer bir uygulamayı Schalke'de yapıyor ve onlarda Volkswagen şirketi ile anlaşmış. Hamburg'un tribün genelinde üyelerine sağladığı avantaj % 6-7 ile sınırlı.

Şampiyonlar liginde mücadele edecek Bayern Münih'te ise tablo daha farklı. Bilindik kombinelerin içinde Uefa arenasındaki maçlar dahil edilmiyor, bunu taraftarın tercihine bırakıyorlar. İsteyen kombinesinde bu paketi de ekleyebiliyor. Bütün sezon Bayern'in Bundesliga ve DFB kupa maçlarını izlemenin bedeli 650€ ile 120€ arasında değişiyor. Diğer her kulüpte olduğu gibi burda da çocuklara indirimler söz konusu.

Bunun dışında her kulüp engelliler için de biletler satıyor. Stada en uygun giriş çıkış sağlanabilecek yerlerde, istisnasız en ucuz fiyat kategorisinde biletler sunuluyor. Mesela bu rakam Schalke'de senelik 190€ iken, Hamburg'da 110€. Kısaca bu girişimlerde toplumun her kesiminden insanları bir araya getirmek amaçlanıyor ve satışlardan görüldüğü üzere bu uygulamalar gayet başarılı sonuçlar veriyor.

Türkiye'ye dönüp rakiplere baktığımızda ise rakamların inanılmaz boyutlarda olduğunu görüyoruz. İlk olarak kombinelerden ciddi paralar kazanan Fenerbahçe'ye bakalım. Fenerbahçe'nin maraton alt tribünündeki fiyatları 1300TL ile 6500TL, üst tribünde ise 850TL ile 1750TL arasında. Kale arkalarında ise fiyatlar 750TL. Burada Fenerbahçe'nin sezonun ilk maçlarında cezalı olacağını, Avrupa'dan da muhtemelen men olma ihtimalinin olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Bir başka ilginç ayrıntı ise, Fenerbahçe yönetiminin kombine alan taraftarlara yaptığı kampanyalar. Fenercell'i olan taraftarlar eğer 6 ay gibi bir süre taahhüt verirse, belli sayıda bedava sms,internet gibi avantajlardan yararlanabiliyorlar.

Şampiyon Galatasaray'ın fiyatlarına baktığımızda ise tablo yukardaki gibi. Şampiyonlar liginde mücadele edecek Galatasarayda en ucuz indirimsiz kombine 500TL olurken, en pahalısı 4000TL'den satılıyor. Bunun dışında GS Bonus'u olanlara %10'a varsan indirim yapıyorlar. Bunun dışında mesela geçen sezon öğrencilere de %50 indirim gibi avantajlar tanınmış, benzer bir uygulama bu sezonda sınırlı bir şekilde uygulanmış. Geçen sezonki indirimsiz fiyatlar 700TL ile 4500TL arasındayken, kombinelerde ulaşılan rakam 20.000'e yakındı. Gelecek sezon bu rakamın çok daha fazla olacağını kestirmek zor değil.

Beşiktaş'ta ilk olarak geçmiş dönemdeki fiyatları bir incelemekte fayda var. Kapalı tribün fiyatları 2008/09'da  1200-975 TL iken 2009/10'da bu rakam 1400-1150TL, 2010/11'de ise 1600-1350TL olmuştur. 2009/10'da şampiyonlar liginde mücadele etmenin  2010/11'de de yıldız transferlerin bu artışa sebep olduğunu düşünebiliriz. Son sezon ise fiyatlar 2000-1800TL olmuştur. 870-780€'ya* denk gelen bu rakamları yukarda saydığım Bundesliga ekipleri ile karşılaştırdığımızda, oldukça yüksek olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bayern'in lig maçlarını izlemenin bedeli 650€ iken, Beşiktaş'ta bunun 870€ olması büyük bir ticari hatadır. Aslında karşılaştırılması gereken tribünün numaralı olduğunu da atlamamak gerekir. Geçen sezonun numaralı fiyatı 3100-2500TL ( 1350€ - 1090€) ile Bundesliga ekiplerinin açık ara önündedir.

Kişi başına düşen gelir ya da hayat standardı bakımından bakıldığında Almanyada fiyatların daha ucuz olması, şaşırtıcılığı bir yana ticari anlamda da iş bilmezliğin belgesi olmuştur. Bunun sonucunda da geçen sezon Beşiktaş'ın kombine satışları 4.000-5.000 arasında kalmıştır. Bu Bundesliga ekiplerinin stadyumlarının durumlarına ise hiç değinmiyorum. Çoğu 2006 Dünya kupası için yapılmış, bugün dünyada yapılan stadlara rol model olan örnek arenalardan bahsediyoruz.


Durumu daha netleştirmek için, bu sezon sadece ligde mücadele edecek olan ve en pahalı satış yapan Bundesliga ekiplerinden Hamburg'un kale arka fiyatları ile Beşiktaş'ın eski fiyatlarını karşılaştırmak istiyorum. Hamburg'un yukarda bahsettiğimiz üzere kale arka fiyatları 358-275€ arasında değişiyordu. Beşiktaş'ın yeni açık rakamları şu şekilde; 2008/09 - 400TL (174€), 2009/10 - 600TL (260€), 2010/11 - 700TL (305€), 2011/12 - 900TL (391€). Bu hesapları yaparken Euro'nun 3 sene önce bugüne nazaran daha düşük olduğunu da belirtmeliyim. Dolayısı fiyatlar olması gerekenden daha düşük görünüyor. Avrupa'da mücadele edecek ezeli rakiplerinde rakamlarını tekrar hatırlayalım; Galatasaray'ın 500TL, Fenerbahçe'nin ise 750TL.

Beşiktaş seneye büyük ihtimal İnönü'de oynamayacağını düşünürsek, olası bir TT-Arena'da rakiplerinden daha uygun bir fiyat sunması en mantıklı çözüm gibi duruyor. Hem semtten uzaklaşılacak olması, hem taraftarın üyelik gibi başka uygulamalardan vazgeçmemesi adına, yapılması gereken fiyatları ülke gerçeklerine uygun hale getirmektir. Satılacak 20.000 kombine ile ortalama 240€ (550TL) gibi bir meblağdan satışa sunulmuş olsa 4.800.000€'ya yakın bir gelir elde edilir. Bunun yerine daha küçük bir stadyum olan Kasımpaşa'da ise fiyatlar aynı tutulsa bile toplam koltuk adedi 13.000 civarı olduğu için, hepsi kombineden satışa çıkmış olsa yaklaşık olarak 1.680.000€ kayıp yaşanır. Tribünlerin tamamının kombine olarak satışa çıkmayacağı da malum.


Peki cazip hale gelmesi için ne yapılmalı? Futbol kombineleri, Euroleague'de mücadele edecek basketbol takımının kombineleri ile beraber bir paket halinde indirimli olmak şartıyla satışa sunulabilir. Fenerbahçe'nin Fenercell ile ilgili yaptığını Kartalcell ile gerçekleştirmek ya da kongre üyesi olan taraftarlara çok ciddi rakamlarda indirim yapılabilir. Böylelikle taraftarları hem kombine almaya hem de üye olmaya teşvik etmiş olunur. Hayat şartları, taraftar yapısı, mevcut sportif durum, kombinelerin çıkmasında kaybedilen süre göze alınıp doğru bir pazarlama stratejisi uygulanmalıdır.

* Euro hesapları 1€ = 2.3TL üzerinden yapılmıştır.

Bir Zamanlar İnönü









23 Haziran 2012

Mourinho'nun Çocukları

Ölüm grubunun iki ekibi Portekiz ve Almanya yarı finalde! Özellikle Almanya'nın 15 resmi maçı üst üste kazanması ve bu alanda bir rekora imza atması ise ayrı bir başarı. 2010 Dünya kupasında oynadıkları üçüncülük maçından beri devamlı kazandılar. Turnuva başından beri devamlı üstünde durduğum bu iki takımın  başarılı olmalarına ayrı bir seviniyorum.

Almanya çeyrek finalde diğer rakiplerine göre daha kolay bir ekip olan turnuvanın süpriz yumurtası Yunanistan ile eşleşmişti. Maçı kazanmaları kağıt üstünde kolay gibi gözükse de, Yunanistan'ın katı savunma hattını geçmek öyle kolay olmayacaktı. Bu yüzden Löw bu maça uygun bir hücum hattı ile çıkmayı tercih etti. Gomez,Podolski gibi statik oyuncular yerine daha hareketli isimler vardı sahada. Sol tarafta, son maçta kısa süredeki etkili oyunu ile Schürrle, sağ taraftada bu sezonun formda isimlerinden Reus vardı. En uçta da hareketli ve tecrübeli golcü Klose. Bu tercih Löw'ün rakibi ne kadar iyi analiz ettiğinin adeta ispatıydı. Defansı oldukça geride kuran Yunanları geçmenin tek yolu, ilerde devamlı hareket halinde olmak ve ortaya çıkan boş alanları değerlendirmekten geçiyordu.

Maçın başından itibaren bu tercihin ne kadar doğru olduğunu gördük. Her ne kadar pozisyonları istedikleri gibi sonuçlandıramasalar da, golün er ya da geç geleceğini hissettirdi Almanya. Kaçan bir çok pozisyonun ardından Philip Lahm önündeki boşluğu iyi değerlendirip, bir tanede ben çekeyim dedi ve top harika bir şekilde kavis alarak ağlarla buluştu. Kaptan yine zor anlarda takımını sırtlamayı bildi.



İkinci devrede Yunanistan biraz daha oyuna ortak olma çabasındaydı. Bunda Gekas'ın oyuna girmesinin de payı büyük. ( Gekas hala boşta! ) Almanya sakin sakin pozisyonlara girmeye devam ederken, ilerdeki oyuncuların riskli paslarının ardından kaptırılan topta Almanlar kötü yakalandılar ve Yunanistan'ın maç içindeki kaleyi bulan ikinci topu gol oldu.

Kalan sürede ise değişen birşey olmadı. Almanyada ne bir panik, ne de bir telaş. Yine bilindik oyun ve futbol ile bu sefer sahneye Khedira çıktı. Boateng'in içeri yolladığı topa, Allah ne verdiyse vurdu ve Almanya'yı tekrar öne geçirdi. Khedira'nın 2010'dan beri yaşadığı gelişim gerçekten inanılmaz. Eskiden çok daha basit işler yaparak ön plana çıkan Sami, artık bu takımın en önemli orta sahası oldu. Schweinsteiger'in hatalı pasları, zaman zaman temposunu yitirmesi, onun başarılı performansı sayesinde çok göze çarpmıyor. Ardından maç içinde gol atmak dışında her işi başarı ile yapan Klose, şık bir kafa vuruşu ile bizi 4 sene geriye götürdü. Bu golün ardından Almanya ister istemez rahatladı. Löw'ün oyuncu değişiklikleri ile de bu sahaya yansımaya başladı. Müller'in oyuna dahil olması ile Reus sola geçti ve kısa süre sonra bir golde ondan geldi. Bu sezonun parlayan yıldızı bu takımda yeni olsa da gelecekte yazılacak ilk isimlerden biri olacaktır. Bu sezon onu Dortmund'da izlemek için şimdiden sabırsızlanıyorum.



Maç bitti derken saçma sapan bir pozisyondan penaltı kazandı Yunanistan. Karagounis'in yokluğunda başı kesik tavuklar gibi bir görüntü çizen komşu, Salpingidis'in korkusuz vuruşu ile skoru 4-2'ye getirdi ve maçın sonucunu belirledi. Yunanistan'ı tebrik etmek gerekir. Bu dar kadro ile buralara gelmeleri bile mucizedir. Karagounis olsaydı birşey değişir miydi? Sanmıyorum. Belki daha akıllı bir Yunanistan izlerdik ama aradaki siklet farkı cidden çok barizdi.

Kısaca bir değerlendirmede Mesut Özil için yapmak şart! Bu çocuk Mourinho'nun elinde bam başka bir şey oldu. Daha önceleri de çok faydalıydı, aklı ile herkesi kendine hayran bırakıyordu ama şu an ulaştığı nokta çok farklı. Ayağından topu nizamı bir şekilde almanız imkansız! Öyle akıl dolu oynuyor ki, Mesut ve diğerleri diye ikiye ayırmak gerekecek yakında Almanları. Şut konusunda da gelişimini tamamlarsa, futbol tarihine ismini altın harflerle yazdıracak bir futbolcu olacak.

RONALDO A.Ş.


Grubun diğer ekibi Portekiz'in turnuva öncesi verdiği izlenim ile turnuvada sahaya yansıttığı futbol gece ile gündüz kadar farklı. Makedonya ve Türkiye maçlarında 11 farklı telden çalan Portekiz takımı, kendi çapında birlik olmayı başardı. Bento'nun payı nedir bilmiyorum ama bir takım havası oluşmak üzere.Takım halinde savunma ve hücum yapan, dayanışması üst düzeylere çıkmış Portekiz'in saha içindeki uyumu çok iyiydi. Bazen bocalıyor olsalar da bu kadar teknik kapasitesi yüksek bir ekibi bu hale getirmek kolay değil.

Çekler maça oldukça iyi başlamış olsalar da, maçın nerdeyse tamamı Portekiz kontrolünde geçti. Gol yollarında çok etkili olamamalarında, Çeklerin adam paylaşımı ve maç konsantrasyonu sebep oldu. Postiga'nın sakatlanıp yerini Almeida'ya bırakması, Portekizin oyununu daha pozitif etkiledi. Çeklerin stoper ikilisi Sivok ve Kadlec arasında devamlı rakibi zorlaması, başta Ronaldo olmak üzere diğerlerine fırsatlar yarattı. Attığı golde Sivok'un saniyelik hamlesi ile ofsaytta kalması çok kritikti. Kısa süre sonra benzer bir pozisyonda Kadlec ile Sivok Almeida'yı tutalım derken, G.Selassie'nin bir anlık dalgınlığı Ronaldo'nun golü ile sonuçlandı. Maç içinde direkleri döven Ronaldo, sonunda iki takım arasındaki farkı yarattı. 65 maçta 66 gol ile inanılmaz bir sezonu geride bırakıyor, severek izliyoruz.



Bu arada Postiga'nın bir dahaki maçta oynayamayacağı kesinleşti. Bu açıdan bakıldığında yarı final maçında, verimli bulduğum bu hücum hattı daha faydalı olacaktır. İleride Almeida'dan daha iyi olacağına kesin gözü ile bakılan Nelson Oliveira'nın bir turnuva daha beklemesi gerekecek gibi.

MOURİNHO'NUN ÇOCUKLARI


Başta Ronaldo,Khedira,Coentrao ve Mesut'un olmak üzere, Real Madrid'in yıldızlarının turnuvada bu denli iyi performans sergilemeleri kesinlikle tesadüf değil. Her biri ciddi bir özgüven ve kalite ile adeta parlıyorlar. Bu açıdan İspanya'yı da dahil edersek, Mourinho'nun çocuklarından en azından bir kısmı kupayı alacak gibi. Benzema'yı da unutmadan, Nuri'nin de gelecekte bundan nasiplenmesini dileyerek!




17 Haziran 2012

Almanya Finale Doğru


Grup maçlarına tutuk başlamış gibi görünseler de Portekiz ciddi önlemler almıştı Almanya'ya karşı. Normalde orta sahası geri gelmekte zorlanan, ofansif elemanlarından oyunun sadece hücumsal kısmında katkı alan Portekiz ilk maçta Türkiye maçından çok farklı bir kimlikle sahaya çıkmış ve bu da Almanya'yı ciddi anlamda zorlamıştı.

Turnuvadan önce de Bayern'in final maçında yaşadığı şok'un milli takım üzerinde etkisi olacağını belirtmiştim. Başta Schweinsteiger olmak üzere Löw hepsi ile çok yakından ilgilenmiş olsa da, ilk maçtaki görüntü bunun etkilerinden tam anlamı ile kurtulamadıklarını gösteriyor ve maçta sivrilen isimler ise Almanya'nın Real Madridli yıldızları Mesut ve Khedira oluyordu. Biraz şans ve birazda mücadele gücü ile Portekiz'i geçmeyi bildi Almanya.

Grubun ikinci maçında ise rakip Hollandaydı. Almanya ilk maça oranla daha derli toplu bir oyun sergilemişti. Rakibin oynama iştahının da bunda ciddi katkısı olduğunu belirtmekte fayda var. Hollanda kazanmak zorunda olduğu bir maçta risk almak zorundaydı ve buna karşı hazırlıklı bir Almanya vardı. İlk maçın aksine sahadaki Bayernliler sahanın en iyileri oluyordu. Orta alanda Schweinsteiger iki harika pası ile Gomez'i gollerle buluştururken, defansta da Badstuber Van Persie'ye adım attırmıyorken, bektede Lahm takım arkadaşı Robben'i oyun dışında tutmasını biliyordu. Bunun sonucunda da Almanya oyunu istediği gibi yönlendirdi ve maçın son bölümü hariç istediği gibi oyununu oynadı.

Son maçlara girildiğinde hala çeyrek final biletinin cepte olmaması sebebi ile Löw yine klasik 11'i ile sahaya çıkmayı tercih etti. Ben hala Schürrle, Reus gibi çok önemli silahlar varken Podolski ve Müller ısrarını anlamasam da 'never change a winning team' düşüncesine saygı duymak gerekir. Sonuçta kazanan haklıdır, bir bildiği vardır. Kadrodaki tek değişiklik kart cezalısı Boateng yerine forma giyen Lars Bender'di. Oyun anlayışında diğer maçlara göre hiç bir fark yoktu, her oyuncu görevini en iyi şekilde yaptı ve beraberliğin birincilik için yettiği yerde galip geldiler. Schürrle ve Bender'in oyuna olan katkısı ilerisi için umut verdi.

Almanya grubu lider bitirdi ve turnuvadaki kolay rakiplerden biri diyebileceğimiz Yunanistan ile eşleşti. Grup maçlarındaki performansa yakın bir oyun ile bu engeli de rahatlıkla aşabileceklerini düşünüyorum. Ayrıca Yunanistanda Karagounis'in yokluğunu da düşünürsek, oldukça rahat bir maç olacaktır. Kapalı savunmaları aşmakta zorluk çekselerde bir şekilde o kilidi aşmayi biliyor Almanlar. Finale doğru adım adım ilerleyen bu oyuncu topluluğu, umarım bu sefer finalde senelerdir süre gelen final sendromunu yaşamaz ve kupayı kaldırır.

Samet Aybaba



Samet Aybaba Beşiktaşımızın yeni hocası oldu. Öncelikle kendisini tebrik ediyor ve yeni görevinde sonsuz başarılar diliyorum. Hep hayalini kurduğu göreve sonunda gelmiş oldu. Çok çalışıp, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağından hiç şüphem yok.

Kendisi ile bundan seneler önce lise yıllarımda okulumda verdiği bir seminerde tanıma fırsatım olmuştu. Beşiktaşlılığı bu derece özümsemiş, ciddi anlamda insanların kafasındaki Beşiktaşlı modeline uyan insan budur demiştim kendi kendime. O günden beri severim kendisini. Çalıştığı takımlarda diğer Beşiktaşlı hocalar gibi hep başarılı olmasını istemişimdir. 

Sürecin neresinden başlayacağımı bilmiyorum açıkcası. İlk olarak İbrahim Altınsay'ın fahri üye olarak futbol komitesine dahil edilmesi ile başlayabiliriz. Kendisini yazılarından, nadiren gördüğümüz ekranlardan tanıyor ve genelde de takdir ediyordum. Bu açıdan böyle bir tercihin takıma katkı sağlayacağını düşünmüştüm. Süreç çok farklı bir noktaya doğru ilerledi ve İbrahim bey'in istifası ile son buldu. Altınsay giderken; başkan ve yönetim tek başına karar aldı, ayrılmaktan başka çare yoktu açıklamasında bulundu.

Kendisi daha sonra yapılan açıklamalarından anladığımız üzere yirmi kişilik bir teknik direktör listesi hazırlamış ve listenin içinde de farklı ülkelerden bir çok isim varmış. Yönetim bu isimlerin hiç biri ile ilgilenmemiş. Durum böyle olunca ve ibre Denizli ile Aybaba isimlerine dönünce istifa kararı almış. Doğru bir davranış mıdır? Bende olsam böyle yapardım diye düşünüyorum. Siz eğer birini bize yeni yapılanmada destek ver diye ekibe dahil ediyorsanız ama onun fikirlerini umursamıyorsanız, bu yanlıştır.

Bu süreçte en can alıcı cümleler bundan iki gün önce o zaman neden röportaj verdiğine anlam veremediğim ama şimdi durumun ilerlemesi ile daha iyi bir şekilde anladığım sayın başkan'ın lig tv'de söyledikleriydi. Denizli ile igili olarak; hoca hedefler içinde olmak istiyor ama biz bunu sağlayamayızdık dedi. Denizli mevcut kadronun önemli bir kısmını elde tutup, bir iki transfer ile devam etmek istedi ama yönetim bu şartları sağlayamayacağını düşünerek kabul etmedi. Mevcut durumun ne derece kötü olduğunu yakından takip eden biri olarak bu fikire özünde karşı değilim. Beşiktaş'ın durumu malesef bu paraları kaldıracak durumda değil. Ama asla da hedefsiz kalamaz Beşiktaş. Beşiktaş elbette ufak bütçelerle de başarılı olabilir ama bu sadece doğru tercihlerle sağlanır. Bunun içinde ciddi emek ve zaman harcamak gerekir.

Bu açıklamalardan kısa bir süre sonra da Samet Aybaba resmileşti. Görüşülen isimler arasında şart sunmayan tek isim olması yönetici cephesinden bakıldığında avantaj olsa da 'zirveye oynayacak' bir Beşiktaş vaad etmesi insanların kafasında soru işaretleri yaratmaya yeterli oluyor. Zira Beşiktaş hep zirveye oynar.

Beşiktaş yönetimi tercihlerini neye göre yapıyor bilmiyorum. Futbolu yöneten iş adamlarının varlığından da rahatsız olan bir kişi olarak, sürecin sonunu iyi görmüyorum. Kariyerinde uzun senelerdir hiç bir başarısı olmayan, hatta istikrar kelimesi ile uzaktan,yakından alakası olmadığını düşündüğüm Samet Aybaba'nın bu süreçte takımın başına teknik direktör olarak getirilmesinin mantığını çözmüş değilim.

Öncelikli olarak Samet Aybaba kariyerinin hiç bir döneminde istikrar sağlayamamış birisidir. Gittiği takımların nerdeyse hepsinde en fazla 1 sene çalışmış olması, işler zora girdiğinde bırakıp gitmesi en önemli handikap olarak karşımıza çıkıyor. Zaten bu yüzden de son dönemlerde anadolu takımları dahi şans vermiyor bu tarz hocalara. Bunun birinci sebebi de istikrar faktörü. O açıdan Aybaba, Bulak, Bakkal, Kurtar gibi isimler artık süper lig seviyesinde en fazla acil durum opsiyonu olabiliyorlar. Bunun yanı sıra Aybaba'ya nedenini hala çözemediğim tepkili bir taraftar kitlesinin varlığı da ciddi bir sorun olacaktır. Önümüzdeki zorlu sezonda başarıdan uzak süreçte gereken tepkiler, olması gerektiğinden çok daha çabuk olacaktır. Bu seçim yaparken göz ardı edilse bile futbolun gerçekleri ortadadır. Bunun doğru veya yanlış olmasından çok Beşiktaş özelinde bakmak gerekir olaya. Yönetim ne kadar dik duracak kararında bunu zaman gösterecek. Bunlardan bağımsız olarak Samet Aybaba'nın zor bela ligde kaldığı Gençlerbirliği döneminden beri aktif olmaması, işin dışında kalması da bir başka eksisi.

Samet Aybaba gençlere verdiği şans sebebi ile tanınır. Mesela Volkan Şen, Soner Aydoğdu gibi bir çok isim onun öncülüğünde giymiştir a takım formasını. Bunu Beşiktaş daha farklı bir şekilde değerlendirmeliydi. Sahada oynanan bir tane oyun olsa da, herkesin sahaya bakışı farklıdır, sahada gördükleri farklıdır. Samet Aybaba'nın da en önemli özelliği bu tarz oyuncuları gözlemidir. Beşiktaş eğer profosyonel bir yapılanmaya gitmiş olsaydı, oyuncu takip ekibi için bir numaralı adayım olurdu. Hocalığını başarılı bulmasam da, bu konuda başarılı olacağına inancım oldukça yüksektir.

Yönetimin stratejik bir hata yaptığını düşünüyorum. Camia olarak toparlanma sürecinde herkesin bir olması gereken bir ortamda yönetim tercihini yabancıdan yana kullanmalıydı. Tamam belki bu mali dönemde bir Van Gaal, Benitez, Rangnick gelmiyor olabilir ama düşük bütçelerle büyük işler başarmış hocalarda var Avrupa'da. Buna en güzel örnek Robin Dutt mesela. Freiburg ile başarılı döneminde aldığı brüt para Samet hoca'nın Beşiktaş'ta alacağından yarısına bile denk gelmiyor. O dönem elindeki kadronun maliyetinin 13-14 milyon euro, transfer bütçesinin de 1 milyon euro civarı olduğunu da hatırlatmak isterim.

Dutt her hangi bir hoca da değildir üstelik. Köln spor akamdemisini 1.4 ile bitiren ve döneminin en başarılı öğrencisi olmayı başarmış bir isimdir. Kendisi ismi daha önce de gündeme gelen Rangnick ekolünün temsilcilerinden biridir ayrıca. Çalıştığı takımlarda da uzun vadede iyi işler yapabildiğini kanıtlamıştır. Bayer Leverkusende başarısız olup, şu anda boşta olmasını Beşiktaş fırsata dönüştürebilirdi ama yapmadılar. Dutt ismi çok önemli değil aslında, bu tarz bir hamle çok daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Burda bahsetmek istediğim mentalitedir. Beşiktaş'ın ihtiyacı olan yeni bir heyecandı. Yabancı bir hocayı bugün getirmiyorsanız, asla getirmemelisiniz zaten. Yeniden yapılanmadan bahsediliyorsa bu işi temelinden ele almak gerekir. Sizden hiç bir sportif başarı beklenmiyorsa, şampiyonluk telafuz dahi edilmiyorsa, bundan daha uygun bir ortam olamazdı böyle bir hoca için. İlerde bütçe düzelince getiririm diyorsanız, fena halde yanılırsınız. O günün şartlarındaki bir yabancı hocadan beklenti ile bugün getirilecek hocadan beklenti aynı olmaz. Bu açıdan bakıldığında ve yukarda da bahsettiğim sebeplerden ötürü Samet Aybaba doğru bir tercih olmadı.

Peki durum bu derece karamsar mı? Plan,proje,hedef bu konularda tamamen bir belirsizlik hakim. Önce yönetimin, hocanın ve ekibinin hedefin ne olduğu konusunda iyice düşünüp karar vermesi gerekiyor. Bunun dışında Samet Aybaba'nın bu takıma yapabileceği en büyük katkı ise Muhammet Demirci, Burak Kaplan, Oğuzhan Özyakup gibi genç oyuncular üzerinden bir takım kurması olur. Aybaba kendi felsefesine ihanet etmez ve bahsettiğim şekilde bu yetenekli isimlere şans verirse, en azından geleceğin Beşiktaş'ı için umut besleyebiliriz.

Bunun dışında başta basında olmak üzere bir çok yerde okuduklarımdan, bugün Ömer Güvenç ile yaptığı röportajdan yola çıkarak Samet Aybaba ile daha önceden anlaşılmış olduğu fikri akıllarda soru işaretleri de bırakmadı değil. Eski dönemde buna benzer bir olayı kimse itiraf etmese de Bernd Schuster'le yaşadığımız için olmaz öyle şey de diyemiyoruz. Bu sürecin içinde bazı yöneticilerimizin en başından beri Samet hoca için kulis yapması, zamanla Altınsay'ın dışlanması ve devre dışı bırakılması, Aybaba'nın aylar önce yaptığı açıklamalar bu ihtimalleri güçlendiriyor malesef.

Bir başka rahatsızlık duyduğum konu ise futbolun idaresinin futbolun içinden gelmeyen kişiler tarafından yönetiliyor olmasıdır. Bu yüzden yöneticilerin acemilikleri, işleyişi kavrayabilmeleri ciddi bir süre istemektedir. Bu yüzen bu acemiliklerin bedelini kurumlar çekmektedir. Umarım başkan seçimlerden önce bahsettiği gibi bu olaya en kısa sürede hayat verir. Beşiktaş için yapılabilecek en önemli hamle kesinlikle bu olacaktır. Yangın sönecekse bu şekilde söner.

Ayrıca gelirlerin düşmemesi adına sportif başarının ne denli önemli olduğu gerçeğini de yok saymak, Beşiktaş'a çok ciddi zararlar verir. Özellikle gelirlerin çoğuna el konulmuş durumdayken, Avrupa'da da mücadele etmiyorsak, sahada alınacak her 3 puan altın değerindedir ve borçları azaltmanın tek ve en doğru olan yolu da budur. Onun için bu savaşta yeni komutan Samet hoca'ya büyük görev düşmektedir.






Komşu Çeyrek Finalde!

Hani haksız bir şekilde yenilince futbol´un adaleti yok derler ya, dün akşam tarihin sayfalarına yine buna benzer bir olay not düşüldü. Turnuvanın başından beri oynadığı futbolla en kötü ekiplerden biri olan Yunanistan dün oldukça şanslı bir şekilde Rusya'yı 1-0 yenerek ismini üst tura yazdırmayı başardı.

Maçın geneline baktığımızda Rusya'nın 25 gol girişimine karşı, Yunanistan'ın gol girişim sayısı sadece 5 ile sınırlıydı. Kısaca Yunanistan diğer maçlardan pek farklı bir futbol ortaya koymadı. Kaleyi bulan 2 şuttan 1 tanesini gole çevirerek, turnuvanın ilk iki maçı sonunda övgüyü hak eden Rusya'yı yenmeyi başardılar.

Yunanistan cephesinde tüm takımdan farklı bir adam var, Georgios Karagounis! Bu adam 35 yaşına gelmiş olmasına rağmen, bu sezon Panathinaikos'da 1 tane bile 90 dakika çıkarmadan turnuvaya geldi. Bu yaşına ve fizik anlamda hazır olmamasına rağmen, takımının sadece kaptanı değil aynı zamanda futbol anlamında da lideri oldu. 2004'deki başarının mimarlarından biri olan Karagounis, 2012'de de küçük çaplı bir mucizenin de kahramanı olmayı başardı.

Kariyeri boyunca Panathinaikos, İnter ve Benfica'da oynamış ve ciddi başarılara da imza atmış bir lider profili Karagounis. Pana'nın 2001/02'de Şampiyonlar liginde çeyrek finalde oynadığı takımın yada 2004 Avrupa Şampiyonasında Yunanistan'ın en kilit isimlerinden birisiydi. Futbolunun son döneminde, ülkesini tabiri yerindeyse tek başına ayakta tutan adam oldu bu turnuvada. Bundan sonra elenmişler olsalar bile sorun değil. Son 8 takımın arasına isimlerini yazdırmış olmaları bile 2004 başarısı kadar önemlidir benim gözümde. Son maçta gördüğü sarı kart yüzünden kendisini çeyrek final maçında izleyemeyecek olmamız oldukça üzücü. Pozisyonda sarı kart mı verilir, penaltı mı verilir bence net değil. Karta verdiği tepki ise aradan senelerde geçse unutulmayacaktır.

Aynı Yusuf Şimşek'in 2009'da Beşiktaş'a gelip takıma ciddi katkı verdiği gibi Karagounis'te takımını ileri taşıyor işte. Futbol'un adaleti olmasa da Yunanistan'ın ve Karagounis'in mücadelesini takdir etmek gerek. Büyük futbolcular hangi yaşta olurlarsa olsunlar, her zaman büyük futbolcu kalırlar. Bu gemi'nin kaptanı Georgios Karagounis'e bir kez daha büyük saygı duyuyorum.

10 Haziran 2012

#FEDA Et Formayı Kap!

Almanya'dan Beşiktaş sevdalısı Bora Karabağ kolleksiyonundan bu oldukça eski çubuklu formayı açık arttırma usülü ile satışa sunuyor. Karşılığında ise hiç bir beklentisi yok. Amacı sadece Feda'ya destek vermek. Fedaların bir kısmı kimsesiz çocuklara, diğer kısmı da doğuda Beşiktaş aşkı ile yanıp tutuşan ama Feda tişörtü alma imkanları olmayan bir okulun çocuklarına verilecek. İhaleyi kazanan kişiyede bu yardımlarından dolayı da bu özel forma hediye edilecek.


Nasıl katılabilirim diye soruyorsanız, bu yazının altına mesaj bırakabilirsiniz. İsterseniz twitter'dan da yazabilirsiniz. Düzenli bir şekilde takip edip, güncel sayıyı aktaracağım. Sonuçta hem ihaleyi kazanan şanslı üye bu çok değerli formaya kavuşmuş olacak, hem de bu sayede kulübümüze destek vermiş olacağız. Çocukları mutlu etmek ise paha biçilemez. Bir kez daha Bora'ya bu davranışından ötürü teşekkür ediyorum.


Benzer destekleriniz olursa da, seve seve sesiniz olmak için elimden gelen yardımı yapmak isterim. Bu konu ile ilgili mesajlarınızı da yine çabuk cevap vermem açısından, yukarda bahsettiğim şekilde iletebilirsiniz. 


Şu an itibari ile sayı 44 FEDA! 


17 Haziran 24:00'a kadar sürecek.







9 Haziran 2012

Tolgay Arslan (21)

Çorumlu bir gurbetçi ailenin 4 çocuğundan bir tanesi Tolgay. Futbola 4 yaşına geldiğinde, doğduğu şehrin takımı SC Grün-Weiss Paderborn'a  başlıyor. Burada U-13'e kadar forma giyiyor. Daha sonra Borussia Dortmund'un radarına takılıyor ve orada basamakları sırayla çıkıyor. Almanya çapında dikkat çekmesi ise Dortmund U-19 takımı ile istatistikleri alt üst ettiği 2008/2009 sezonundan sonra başladı.



Genç yaşta, 3 sene önce Borussia Dortmund'dan Hamburg'a transfer olduğunda oldukça ses getirmişti. Burda devamlı dile getirdiğim alt yapısını her fırsatta inanılmaz başarılı bulduğum bir ekip Dortmund. En kötü dönemlerinde dahi çok yetenekli oyuncular çıkarmış bir futbolcu fabrikasıdır benim gözümde. Bu düşünce Almanya genelinde de böyledir. O sezon U-19 takımında çıktığı 30 maçta attığı 31 golle kendi kategorisinde en çok konuşulan isimlerden birisi olmuştu. Gerçi bu kadar skora katkı sağlamasında, normal mevkisi dışında bütün sezon forvet oynamış olmasının da payı yüksekti. Bu yüzden Tolgay'ın Hamburg'a transferi gerçekten heyecan vericiydi.



İlk sezonunda farklı kategorilerde bir çok maça çıktı. A takımda çok şans bulamasa da, zaman zaman Bundesliga tecrübesini yaşama fırsatı buldu. Bunların içinde Avrupa ligi maçları da dahildi. Daha fazla şans bulduğu A2 takımında ise profosyonel liglerde mücadele edildiği için oldukça tecrübe kazandı. Burada kısa süreli sakatlıklarının da inişli, çıkışlı performansında etkili olduğunu belirtmekte yarar var.2009/10 devre arası Antalya kampında Beşiktaş (2 gol ) ve Kayserispor (3 gol) maçlarında gösterdiği performansla Türkiyede de bir çok kişinin dikkatini çekti.


İlk sezonunun ardından daha fazla tecrübe kazanması ve seviye olarak daha iyi bir ligde oynaması adına, Hamburg Tolgay'ı Aachen'e kiraladı. Aachen'de kendisine Dortmund alt yapısındaki hocası Peter Hyballa hocalık yaptı. Onu yakından tanıması ve neler yapabileceğini bilmesi açısından, gelişimi açısından doğru bir transferdi. 1 sezon boyunca klasik oyun kuruculuğun dışında orta sahanın solunda ve sağında da forma giydi. Genel anlamda takımın iyilerindendi ve sezonun nerdeyse bütün maçlarında sahadaki yerini aldı. Bu süreçte oyun anlamında kendini oldukça geliştirdiğini söyleyebilirim. Çok genç oyunculardan kurulu bir takımın önemli isimlerinden biri olarak, yeri geldiğinde ciddi sorumluluk alabileceğini de göstermiş oldu.



Bu sezon Hamburg'a geri döndüğünde daha fazla forma şansı bulması beklenirken, yaşadığı sakatlık sonucu sezon öncesi kampında yer alamadı ve ister istemez kadronun dışında kalmış oldu. Daha sonra göreve gelen ve gençlere önem veren Thorsten Fink sayesinde tekrardan kadroya girmeye ve ligin ikinci yarısında forma şansı bulmaya başladı. Toplamda 8 maçta forma şansı buldu ve 1 tanede gol attı. Thorsten Fink'in her fırsatta onun çalışma azminden bahsetmesi de önemli.

Tolgay'ın milli takım süreci ise oldukça sancılı geçti. İlk başlarda kendisinin belirttiğine göre Erdal Keser sayesinde ay yıldızlı forma altında mücadele ediyor. Burada Ogün Temizkanoğlu'nun U-19 kadrosunda iki kez forma giyme şansı buldu. Daha sonra da ümit milli kadroda yer aldı. Burada yeterince şans bulamadığını düşünerek, Almanya U-20 milli takımından gelen teklifi kabul ediyor. Ayrıca babasının onu en başından beri Alman millilerde, annesinin de hep Türkiye'de oymanasını istediğini belirtmekte fayda var. Sonuç itibari ile ümit milli takımdakı şartlardan dolayı dışlanmış Tolgay ve milli takım defterini kapatmış. Benzer tepkileri dönemin milli takım grubu da Tolgay'a karşı veriyor. Aslında olayın aslını öğrenmek için, dönemin ümit milli hocası Hami Mandıralı'nın da bu konu hakkındaki görüşlerini almak gerekir.



Ofansif orta saha olması sebebi ile Hamburg'da çoğu zaman 4-4-2 oynadığı için, Tolgay'ın da golcü özellikleri çok üst düzey olmadığı için farklı şekillerde değerlendirmelere pek olumlu yanıt verebilmiş değil şimdilik. İlerleyen dönemlerde Bundesliga seviyesinde, sahanın farklı yerlerinde de yüksek performansla oynayabilme özelliğini başarabilirse çok daha farklı bir oyuncu olacağı kesin. Şu hali ile bile takıma tempo katacak, isabetli pasları ve defans arkasına koşuları ile oyuna yön verecek özelliklere sahip. Birebirlerde oldukça iyi olması da önemli. Bu bakımdan genelde 4-2-3-1 düzeninde oynayan Türk takımlarında başarılı olabileceğini düşündüğüm bir isim. Henüz gereken patlamayı yapmamış olması sebebi ile hala umut var diyebiliriz.

Yaş: 21
Boy: 180cm
Kilo: 77kg









Oğuzhan Özyakup (19)





Trabzonlu bir ailenin çocuğu olan Oğuzhan Özyakup, futbola Zaandam şehrinin yerel takımlarından biri olan Zaandam Türkspor'da başlıyor. Kısa süre sonra başka amatör ekiplerde forma giydikten sonra, AZ Alkmaar'ın seçmelerine katılıp, AZ bünyesine dahil oluyor. Burada sergilediği performanstan sonra, Hollanda genç takımına çağrılıyor. Hollanda ile katıldığı turnuvalarda sergilediği başarılı performans sonunda Arsenal'e kadar yükseldi Oğuzhan. 


Oğuzhan Özyakup'u Türkiye ilk olarak, 2009'daki U-17 Avrupa Şampiyonasında tanıdı. Milli takımımızın da katıldığı turnuvada rakiplerimizden biri de Hollandaydı. O takımın orta sahasında  kolunda kaptanlık bandıyla bir maestro gibi takımına yön veren, 10 numara giyen bir çocuk vardı. İşte o çocuk büyüdü ve önce AZ Alkmaar'dan Wenger'in Arsenaline, ordan da Beşiktaş'a transfer oldu.

Bir çok önemli kulübün takip ettiği Almanya'daki 2009 U-17 Avrupa şampiyonasının en iyi takımlardan biri olan Hollanda ile finale kadar çıktılar ve finalde şansız bir şekilde Almanya'ya kaybettiler. Aynı turnuvada bugün önemli takımlara yükselmiş Castagnios, Ter Stegen gibi isimlerin dışında, Euro 2012'de forma giyecek Götze gibi isimlerde yer almıştı. Hollanda'nın da en iyi isimlerinden bir tanesi de Oğuzhan Özyakup'tu. Bütün maçlarda forma giymiş ve oyunun hem defansif, hemde ofansif yönünü oynayabildiğini göstermişti. Ayrıca Hollanda milli takımları düzeyinde yabancı kökenli ilk kaptan olması da önemliydi. Bunun dışında takımdaki diğer oyunculara göre daha genç olmasını da belirtmekte yarar var. Turnuvadan sonra da Sampdoria,Genova gibi birçok takımla beraber Arsenal'den de teklif aldı. Tercihini genç oyunculara verdiği şansı ile meşhur Arsene Wenger'in takımına gitmekten yana kullandı.




Arsenal sürecine geçmeden AZ Alkmaar dönemine de değinmekte fayda var. Kendisi Zaandam şehrinde top koştururken, AZ'nin seçmelerine katılıyor ve kadroya dahil oluyor. Yaşadığı şehir ile Alkmaar'ın arası nerden baksan 30km. Her gün takımın görevlendirdiği bir servis onu evinden alıp okula, okuldan antremana ve akşamda tekrardan evine bırakıyormuş. Genç yeteneklere verilen değeri görmek açısından çok güzel bir örnek. Daha bir kaç hafta önce Lübeck takımının alt yapısında oynayan 11 yaşındaki genç bir Türk çocuğu için benzer bir uygulamayı Hamburg'un da yaptığına tanıklık ettim. Ufak ama önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.




Arsenaldeki ilk senesinde adaptasyonla geçirmiş olduğu için çok sanş bulamasa da, Hollanda ile bir başka önemli turnuva olan U-17 Dünya Kupasında forma giydi. Aynı turnuvada Türkiye'de yer almıştı. Başta Sezer Özmen, Furkan Şeker, Muhammet Demir gibi isimlerinde yer aldığı milli takım çeyrek finale kadar yükselmiş, burada penaltı atışları sonrası Kolombiya'ya elenmişti. Aynı Kolombiya grup maçlarında Hollanda ile aynı gruptaytı. Oğuzhan Özyakup'un penaltıdan golüne rağmen, Kolombiya maçı 2-1 kazanmayı başarmıştı. Diğer maçlarda da istenilen sonuç gelmeyince Hollanda gruplardan yükselemeyip, turnuvaya erkenden veda etmişti. Turnuvayı Oğuzhan Özyakup özelinde değerlendirirsek, bir önceki turnuva gibi oldukça başarılı geçti diyebilirim. 


Arsenal süreci ise ilk olarak U-17 takımında başladı. Ertesi sezon ise rezerv takımına dahil oldu. 3 sene boyunca burada forma giydi. İlk gelişinde uyum konusunda zorluk çektiğini dile getirse de, Arsenal'in oyuncuları ilk 6 ayları boyunca haftada bir, iki günlüğüne ailelerini görebilmeleri için ülkelerine yollamasının faydası olduğunu dile getiriyor. Bu süreçte ayrıca oyuncular ikişerli,üçerli gruplar halinde gönüllü ailelerin yanında kalıyorlar ve İngiltere'ye adapte olma süreçleri hızlanıyor. Bu süreçte kendisine çocukluğunu yabancılarla büyüyerek geçirmiş bir başka Hollandalı Robin Van Persie'nin de katkısı olmuş. Ondan övgüyle bahsediyor.




Hiddink'in yönetiminde Avrupa'daki oyuncuları milli takıma kazandırma harekatı sırasında kendisi ile de görüşülmüş. İlk etapta dahil olmasa da, ilerisi için yeşil ışık yakmış ve artık milli takım için ter dökecek. En son çağrılan U-21 kadrosunda da bu sebeple yerini aldı. Hiddink belki istediklerini burada başaramamış olabilir ama Mehmet Ekici, Ömer Toprak, Sercan Sararer gibi isimlerin ikna edilmesinde önemli katkılar vermiştir. Buna ikna edemediği Emre Can, Samet Yeşil gibi isimlerde dahil.

Oğuzhan'ın en dikkat çeken özelliği topa hakim yapısı ve doğru pas tercihleri. Oyunu çok iyi okuyabildiği için geriden oyun kurmada, bu yetenekleri oynadığı takıma ciddi katkı veriyor. Aynı şekilde ileri doğru topla hızlı çıkışlarıda da başarılı olması, takımı ileri taşıması açısından da önemli. Duran toplardaki yeteneği de hiç küçümsenmeyecek kadar iyidir.


En son geçen sene oynanan U19 Hollanda-İngiltere arasında oynanan hazırlık maçında ve Arsenal'in Lig kupası ilk turunda Shrewsbury maçında izleme şansım olmuştu. Bu özelliklerini hala koruduğunu, hatta daha çok geliştirdiğini söyleyebilirim. Bunda Arsenal sürecinin ciddi katkısı olduğu tartışılmaz. Zayıf noktası olarak ise, son vuruşları henüz olması gerektiği kadar iyi değil. Fizik olarak ülkemizdeki gençlerden çok daha gelişmiş olsa da, Arsenal ölçüsünde biraz zayıf kaldığını da belirtmekte fayda var. Ben kendisini idolü Fabgregas'tan çok, Nuri Şahin'e benzetiyorum.

Geçen sezon Chelsea'nin rezerv takımından Hamburg'a transfer olan Gökhan Töre örneğinde görüldüğü üzere bu tarz transfer hamlelerini çok doğru buluyorum ve şimdiden heyecanla Oğuzhan'ı izlemeyi bekliyorum. Pas trafiğinde ciddi sorunlar yaşayan Beşiktaş'a ciddi katkıları olacağından hiç süphem yok. Umarım adaptasyon sürecini çabukca atlatır ve uzun süre ilk 11'in değişilmezi olur.

Yaş: 19
Boy: 180cm



7 Haziran 2012

2012 Model Türkiye

Milli takım'ın Avusturya kamp sürecini daha önce burada dile getirmiştim. Oldukça farklı 11'ler ile sahaya çıkmış ve başta Sercan, Tunay, Gökhan Töre gibi gurbetçi oyuncular bolca şans bulmuş ve performansları ile takdir toplamışlardı. Asıl önemli olan maçlar olarak görülen ise Portekiz ve Ukrayna maçlarıydı. Bilindiği üzere bu iki ekipte Euro2012'de yer alıyorlar. Hem bu yüzden, hem de seviye olarak diğer rakiplerimize göre daha iyi olmaları açısından bir nevi kendimizi tartmak anlamında mühim maçlardı.



İlk etaptaki rakibimiz Lizbon'da Portekiz oldu. Makedonya maçında oyuna hakim olsalar da, gol yollarında sonuca gidememişler ve maç başladığı gibi bitmişti. Milli takımda dersine iyi çalışmış olacak ki, geride boş alan bırakmamak için büyük gayret gösterdiler. Maça baskılı başlayan Portekiz oldu. İlk 20 dakika boyunca yoğun bir baskı uyguladılar ama gol gelmedi. Kısa süre sonra milli takım oyuna az biraz ortak olsa da, ibre yine de Portekiz'den yanaydı. Dakika 29'u gösterdiğinde Nani'nin kullandığı korner sonrası Almeida'nın kafa vuruşu direkte patladı. Bu pozisyon açıkcası milli takımı bir şekilde uyandırdı da diyebiliriz. İlk önce Hamit'in kullandığı serbest vuruş sonrası top direkte patladı, kısa süre sonrada kontradan Umut ile durumu 1-0'a getirdi milli takım. Golün ardından yine Almeida ile sahneye çıktı Portekiz. Bekirden kaptığı topun ardından Volkanla baş başa kalan Almeida, geriden gelen Coentrao'ya pas vermeyi seçince bu pozisyondan da gol çıkmadı. Daha sonra Nani sola, Ronaldo sağa geçti. Kısa süre sonra da Moutinho'nun mükemmel ara pasında Ronaldo mutlak pozisyonda Volkan'ın bacak arasından çok şık bir vuruş yaptı ama top az farkla dışarı çıktı.

İkinci devrede ise milli takım daha iyi oynamaya başladı. Önde Burak ve Umut daha baskılı oynayınca Alves ve Pepe topu kullanmakta zorlandılar. Kısa süre sonra da Umut'un baskısında rakip defanstan topu kapan Burak, tekrardan Umut'a oynadı ve Umut tam bir Ligue 1 golü ile skoru 2-0'a getirdi. Burada tekrardan Burak ve Umut ikilisinin birbirlerini ne kadar iyi tamamladıklarını görmüş olduk. Bu gole Nani ile çok çabuk cevap verdi Portekiz. Maç boyunca üçüncü bölgede yapamadıklarını yapıp hızlı paslarla sonuca gittiler. Baskı sürünce bir de penaltı kazandılar ama Volkan başarılı bir şekilde golü engelledi. Karşılıklı değişiklerle taktik savaşına dönen maçı kontrolümüzde tutmayı başardık ve bir gol daha atıp skoru belirledik.



Bu maçta göze çarpan gerektiğinde bir bütün halinde savunma yapabilmek ve çabukca ataklara çıkmaktaki başarımızdı. Mutlak pozisyonlar vermiş olsak dahi pas yapma gayreti ve saha içinde oyuncuların birbirlerıne verdiği destek mühimdi. Burak ile devamlı yer değiştiren Umut kimi zaman sağ bekin kademesine giriyor, kimi zaman gol bölgesinde son adam oluyordu. Aynı şekilde 4-2-3-1'in oyun kurucusu olarak görev yapan Arda'da yeri geliyor Emre ve Mehmet Topal ile beraber savunmaya katkı veriyor ve rakibin ani çıkışlarını engelliyordu. Kısaca herkes sahada birbirine harika bir şekilde destek oluyordu. Ayrıca alınan galibiyette rakibini daha iyi etüd etmiş olan Abdullah Avcı'nın da payı büyüktü. Bunun en güzel örneğini ise zayıf noktamız olan sağ beke Hamit'i koyarak, orta alanda teknik yönden üstün oyunculara karşı ayağına hakim,topu tutma becerisi yüksek Mehmet,Arda ve Emre gibi oyuncuları tercih ederek, ilerde de koşan ve defansı zorlayan isimleri sahaya sürmesi ile gösterdi. Bento ise buna karşı bir hamle olarak Ronaldo'yu zaman zaman sağda değerlendirmek gibi bir seçeneği hiç düşünmedi. İlk devre sonunda kısa süreliğine sağa yaklaşan Ronaldo'nun ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüştük oysa. Devamlı Portekiz'in mevcut orta saha anlayışının hızlı ataklara çıkan rakipler karşısında zorlanacağını yazıyorum. Bir benzerini de biz uyguladık Portekiz'e. İstatistiksel anlamda bize çok üstün olmalarına rağmen, sonuca giden ve aklıyla oynayan taraf biz olduk. Bu şekilde Euro2012'de Portekiz'in işi çok zor.



Bu açıdan takım savunması anlamında zaafları olan Portekiz maçından daha çok önemsediğim maç Ukrayna maçıydı. Bu tarz takımlara karşı bütün kulvarlarda çok zorlandığımız bir gerçek. Son maçtan 7 farklı oyuncu ile sahaya çıkmış olsak dahi, sahaya yine aynı oyun anlayışının yansıyor olması çok önemliydi. Kısa süre içinde de Mustafa Pektemek'in harika pasında Caner skoru 1-0'a getirdi. İlk yarı boyunca oyuna hakim taraf milli takım oldu. İkinci devrenin uzunca bir bölümünde de aynı oyun anlayışını sürdürmemiz gerçekten takdir edilesiydi. Nuri,Arda ve Mehmet'in aralarındaki paslaşmalar, Ömer ve Egemen'in uyumu, Mustafa'nın istekli ve arzulu futbolu, Hamit'in duran topları, Gökhan'ın hızlı driblingleri ve top saklamaları, gerçekten bu takım olmuş dedirtti bir çoğumuza. Ukrayna gibi bir takımı da turnuvadan kısa bir süre önce böylesine rahat geçmek gelecek adına umut verdi.



Abdullah Avcı'nın bu süreçte dikkat çeken en önemli özelliği maçlara göre kadro seçimlerinde bulunmasıydı. En ince detayları dahi hesap etmesi, oyuncu gruplarını doğru analiz edip oynatması gerçekten önemli. Umarım bu tutumunu aynı şekilde sürdürür. Kendisinin de söylediği gibi takım ruhundan vazgeçmeyen ve oyun felsfesini bozmayan bir milli takım olma yolunda ilerliyoruz. Bu 15 günlük süreç gelecek adına umut verdi.



2 Haziran 2012

Euro 2012 Yıldız Adayları

Burada turnuva öncesi kısaca dikkat edilmesi gereken genç bir kaç oyuncudan bahsetmek istiyorum. Bu bağlamda her takımdan bir yada iki futbolcuya değinmeye çalışacağım.



Öncelikle A Grubundan başlayalım. Bu grupta Polonya,Yunanistan,Rusya ve Çek Cumhuriyeti yer alıyor. Polonya kadrosunda Süper Lig ve Bundesliga'dan tanıdığımız isimler dışında bir başka genç yetenek göze çarpıyor, Rafal Wolfski! Kendisini Borussia Dortmund başta olmak üzere bir çok Bundesliga ekibi takip ediyor. Oyun kurucu olarak forma giyen bu 19 yaşındaki genç yetenek süprizler yapabilir. Grubun diğer ekibi Yunanistan'da ise kadro genelde tercübeli isimlerden oluşsa da yeni Parmalı Sotiris Ninis gibi genç isimlerde var. Bu isimlerden en çok dikkat çekeceklerden bir tanesi Schalke'li Kyriakos Papadopoulos. Güçlü fiziği ve farklı mevkilerde oynayabilme özelliği sayesinde Yunanistan'ın en potansiyelli isimlerinden birisi olacaktır. Rusya'da ise  adres tek ve onun adı Alan Dzagoev. Kadrosu nerdeyse tamamı tecrübeli isimlerden oluşan Rusya'nın Arshavin ile beraber beyni olacak bu genç oyun kurucu. Sözleşmesinin yakın bir zamanda bitiyor olması da onun kendini göstermesi açısından önemli bir şans. Son olarak grubun diğer takımı Çek Cumhuriyeti'nin genç yıldızı Tomas Necid'i de unutmamak lazım. CSKA Moskova'nın pivot santraforu henüz 22 yaşında olsa da, ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkıp iş bitirebilecek bir isim. Aynı şekilde Sparta Prag'dan Vaclav Kadlec'te öyle. Milan Baros'un stiline yakın komple bir forvet.





B grubundaki ekipler ise daha tanıdık bilindik oyunculara sahip önemli ekipler olan Almanya, Hollanda, Portekiz ve Danimarka'dan oluşuyor. Almanya'yı aslında ayrıca değerlendirmek gerekir ama bu turnuvada bilinen kadronun dışında Götze,Reus,Schürrle gibi isimler kesinlikle en az diğerleri kadar yetenekli olduklarını göstereceklerdir. Reus'un Messivari driblinglerini, Götze'nin öldürücü paslarını ve Schürrle'nin mesafe tanımayan şutlarını kesinlikle göreceğimizi düşünüyorum. Aynı şekilde Portekiz'de de nerdeyse kadronun tamamı çok önemli isimlerden oluşuyor. Daha önce de, burda çokca değindik Portekiz'e. Bu kadroda göze çarpacak genç ismim bellidir, Nelson Oliveira! Postiga ve Almeida'nın aksine çok daha özellikli bir oyuncu, sadece oynama fırsatını bekleyecek.Hollanda'nın Van Persie ve Huntelaar dışında bir gol silahi daha var. Bu isim Twente'den Luuk de Jong. Bu sene hepsi oynadıkları liglerin en önemli gol silahları oldu bu üç isim. De Jong'a forma sırası gelir mi bilmem ama Hollanda'nın gol yollarında bir sorun yaşamayacağı gerçek. Benim oynama şansını daha yüksek gördüğüm isim ise Luciano Narsingh. Kendisi 2012 model Hollandasının 4-2-3-1'inin sağ veya sol önünde rahatlıkla oynayabilecek potansiyele sahip. Robben'den formayı kapmak belki zor ama Kuyt'tan o kadar da zor değil. Danimarka'nın potansiyelli ismi ise Ajax'ta forma giyen Christian Eriksen. Kendisi bir oyun kurucu olarak, bu sezon takımına çok ciddi katkılar sağladı. 20 yaşındaki bu çocuğun sıçrama yapabileceği bir turnuva olarak görüyorum. Bir de genç olmasa da Fabian Ernst'in bir kopyası olduğunu düşündüğüm Niki Zimling var, her takıma lazım böylesi.




C grubunda İspanya ve İtalya gibi dev ekiplerin dışında Avrupa'nın her köşesinde futbolcuları bulunan Hırvatistan ve Trapattoni'nin İrlandası var. İspanyol oyuncuların nerdeyse tamamı Real Madrid-Barcelona denkleminden gelmesi sebebi ile bahsetmeye gerek duymuyorum. Benzer bir örnek İtalya içinde geçerli. Buffon iyi kalecidir, Di Natale boş kaldığında affetmez dersem saçmalamış olurum. Onun için bu grupta bahsedilecek ekip kesinlikle Hırvatistandır. Yıldız isimlerden eğer olur da fırsat bulursa Ivo İlicevic, orta sahanın solunda çok şaşırtıcı bir performans sergileyebilir. Aynı şekilde Dortmund'dan tanıdığımız Perisic'te bu sezon gösterdiğine yakın bir performans sergilerse, isminden çok söz ettirebilir. İrlanda da aynı grubun büyük ekipleri gibi tecrübeli isimlerle turnuvaya katılmayı tercih edenlerden olmuş. Gerçi oyuncu havuzu oldukça dar bir ülke olması sebebi ile bunu anlayışla karşılayabiliyorum. Bu takımın genç yıldızı Manchester'dan tanıdığımız, daha sonra Everton'da forma giyen Darron Gibson. 


Son gruptaki takımlardan öncelikle ev sahibi Ukrayna ile başlamak gerek. Ukrayna'da dikkat çekecek ve büyük ihtimalle büyük bir takıma transfer olacağını düşündüğüm isim Evgen Konoplyanka. FC Dnipro'da forma giyen bu genç yetenek Ukrayna'nın en önemli silahlarından biri olacak. Sol çizgide oynayan Konoplyanka, ayağına hakim, hızlı ve akıllı bir oyuncu. Bu takımın genç olmayan ama benim oyun anlayışını ve mücadelesini çok beğendiğim bir diğer isimse Oleg Gusev. Kendisini Beşiktaş - Dinamo Kiev maçlarından da hatırlayanlar olacaktır. Sağ koridoru bu denli efektif kullanan oyuncu çok nadirdir. İsveç'te ise küme düşen Blackburn Rovers'ta forma giyen Olsson kardeşlerden Martin Olsson'u sol bekte dikkatle izlemekte fayda var. Kimi zaman hatalar yapsa da, Roberto Carlos modeli bir sol bek. Fransa ve İngitere'de ise oyuncuların nerdeyse tamamı bilindik ve ünlü isimler. Bu açıdan bir değerlendirme yapmaya gerek yok diye düşünsem de bu sezon Manchester United'da harika bir performans sergileyen Wellbeck İngiltere adına önemli bir silah olacaktır. Fransada da FC Sochaux'dan Marvin Martin fırsat bulursa kendini ligde olduğu gibi turnuvada da gösterecektir. Arsene Wenger'de yakından takip ediyormuş kendisini.



1 Haziran 2012

Çoçuklara El Uzatın!




Beşiktaş kulübü ve taraftarı beraber, sosyal sorumluluk projeleri kapsamında harika bir işe imza atıyor. Çocuk esirgeme kurumundaki minik yavrulara, taraftarların katkısı ile FEDA tişörtleri hediye edilecek. Bu kapsamda kulübün Sportif Ürünler AŞ hesabına para yatırılıyor. 

Proje 6 Haziran saat 17:00'a kadar sürüyor. 

Bu anlamlı proje'ye destek vermek isteyen herkesin yapması gereken şey çok basit. Aşağıda yer alan hesap numaralarına, gönlünüzden geçen miktarı yolluyorsunuz, açıklama kısmına da FEDA yazıyorsunuz.

Hesap numaraları;


YAPI KREDİ EURO HESABI -> ŞUBE: BEŞİKTAŞ NO: 14  HESAP NO: 69936194
IBAN: TR61 0006 7010 0000 0069 9361 94

YAPI KREDİ TL HESABI -> ŞUBE: BEŞİKTAŞ NO: 14 HESAP NO: 90208084
IBAN: TR58 0006 7010 0000 0090 2080 84

GARANTİ EURO HESABI -> ŞUBE: KARAKÖY NO: 400 HESAP NO: 90901694
IBAN: TR27 0006 2000 4000 0009 0916 94


GARANTİ TL HESABI -> ŞUBE: KARAKÖY NO: 400 HESAP NO: 6295338 
IBAN: TR40 0006 2000 4000 0006 2953 38

AKBANK EURO HESABI -> ŞUBE: BEŞİKTAŞ NO: 0013 HESAP NO: 0126980
IBAN: TR34 0004 6000 1303 6000 1269 80


AKBANK TL HESABI -> ŞUBE: BEŞİKTAŞ NO: 0013 HESAP NO: 0129762
IBAN: TR70 0004 6000 1388 8000 1297 62



Yollarken şu husuta dikkatli olmanızı rica ederim;


Alıcı: Beşiktaş Sportif Ürünler Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Açıklama: FEDA
Gönderici: İsim ve soyadı