30 Nisan 2012

Euro Challenge 2012 Şampiyonu Beşiktaş!


Hani bazı hikayelerin başında ilginç bir cümle olur ya “herşey.... başladı” şeklinde, Beşiktaş basketbol takımı içinde bu “herşey Deron Williams’ın transferi ile başladı” diyebiliriz. Sene başında lock-out sayesinde getirdiğimiz büyük nba yıldızı. Rüya gibi geldi geçti ve bize sporcu nasıl olmalı dersi vererek döndü ülkesine.

Sezona harika başlamıştık, sadece Dexia deplasmanı hariç. Yenilgi sonrası bugün finalini oynadığımız ve kazandığımız Euro Challenge Cup’ta mücadele etmek zorunda kalmıştık. Sonra lig maçları ile devam etti potanın kartalları. İzlerken zevk veriyordu takım, nerdeyse her maç 100 sayı atıyorduk.




Sonra Deron ve Semih Erden gitti. Umutsuzluk mu? Ergin Ataman’ın adının geçtiği yerde böyle bir ihtimal olabilir mi? Kesinlikle hayır. Arroyo,Mensah-Bonsu’lar geldi ve önce Türkiye kupasını kazandılar,bugünde Euro Challenge kupasını.

Senelerce alışkındık biz ödenmeyen paralara, başarısız sporculara, erkenden havlu atmaya. Ergin Ataman sayesinde bu makus kaderimiz değişti. Çoğu zaman yeterince destek veremedik onlara, boş salonlarda oynadılar ama yine de yılmadılar ve bu sezon bize şimdiden  iki kupa hediye ettiler. Bu takım saygıyı sonuna kadar hak ediyor. Verdikleri mücadeleden ötürü başta teknik ekibimiz olmak üzere bütün basketçilerimizi yürekten tebrik ediyorum. Kim bilir belkide üçüncü kupa da yoldadır?



MVP: Pops Mensah Bonsu

Göttingen’e de selam olsun, 50 Sayı atan Deron’a da!





Son olarak Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımımız, Willi Brinkman Kupası'nı kazanarak Avrupa Şampiyonu olmuş. Demir pençeleride yürekten kutluyorum. 

Fenerbahçe 2-1 Beşiktaş


Hedeflerden uzaklaşmış olmak aslında bir derbi için en uygun ortamdır. Sonuçta kaybedeceğin birşey yoktur. Genelde de rahat olmak ister istemez avantaj sağlar. Bugün oynanan derbide böyle bir maçtı işte. Beşiktaş adına pek bir anlamı yoktu.

Rakipte Alex,Emre ve Sow’un olmayışı Fenerbahçe adına önemli eksiklerdi ama iç sahada öyle veya böyle uzun süredir yenilmiyor olmaları gibi önemli bir psikolojik avantajları vardı. Beşiktaş’ta ise geldiğinden beri Fernandes, Fenerbahçe’ye karşı ilk defa sahada olacaktı. Beşiktaş maç’a sene başından beri oynadığı düzende ve isimlerle başladı. Fark olarak geride Sivok yerine Toraman, en uçtada Almeida’nın cezalı olduğu haftada Edu vardı.

Maç’a normalin aksine daha tutuk başlayan taraf Fenerbahçeydi. Beşiktaş daha rahat oynuyordu ama daha sonra Fenerbahçe oyuna zaman zaman hakimiyetini koysa da oyun ortadaydı. İkinci yarıda da maç yine orta alan mücadelesi şeklinde geçerken, İsmail-Toraman-Egemen hattından gelen golle Beşiktaş öne geçmeyi başardı. Kısa süre sonrada Veli’nin Ziegler’e yaptığı faul sonrası Rüştü’nün kapattığı köşeden yediği golle oyuna denge geldi. Ardından Fenerbahçe risk aldı. Aykut Kocaman önce Bienvenu’yü, sonrada Dia ile Özer’i oyuna aldı. Bu hamlelerden sonra Beşiktaş daha rahat top yaparken, çok alakasız bir şekilde kazanılan korner sonucu maç Fenerbahçe’nin 2-1 üstünlüğü ile bitti.

Beşiktaş sene başından beri olduğu gibi klasik bir şekilde hücumda çoğalamadı, yine aynı oyun yapısı ile 90 dakikayı tamamladı.  Yine başarısız oldu. Tayfur Havutçu’nun neden ısrarla aynı oyuncular ve taktik anlayışı ile devam ettiğini anlayamıyorum. Beşiktaş haftalardır galibiyet alamıyor, gol atamıyor, motivasyon ve moral anlamında çöküntü içinde ve Tayfur Havutçu bu takımda hiç bir değişiklik yapmıyor, anlamak mümkün değil. Beşiktaş’ta kenarda duran hoca değişti ama hem taktik hem de oyuncu tercihleri anlamında değişen birşey yok.

Maç öncesi, Ali Eren’e unutamadığın derbi hangisi diye sorulduğunda “Ronaldo’nun 2 gol attığı 1-2’lik maç” dedi ve ekledi “ o güne kadar 3-5-2 oynuyorduk, o gün sahada 4-4-2 oynamıştık. O yüzden benim için farklı bir maçtı ” diyor. Aynı maçta sahada başarılı bir futbol ortaya koyan isimlerden bir taneside Tayfur Havutçu’nun kendisiydi. Bu açıdan değerlendirdiğimde, gelecek adına umutla bakamıyorum.

Benim bu derbi’de rahatsız eden şeyler başka. Öncelikle yardımcı hakemlerden Serkan Gençerler. Kendisi bundan 2 sene önce “ kuyu kazılan ” maçta 30 metreden Ernst’in olmayan dirseğini gören ve Hüseyin Göçeği uyararak kırmızı kart almasını sağlayan kişidir. Bu o maçtaki skandallarından sadece birisiydi, bugün yine aynı köşede yerini almıştı. Aslında o günden sonra (18.4.2010) kendisi uzun süre Süper Ligde dört büyüklerin maçlarında görev alamıyordu. Sonra yavaş yavaş görev almaya başladı ve dün bu sefer Semih’in, 3 metre önünde Veli’nin gırtlağını sıkmasını göremedi. Oysa maç içinde 30 metre uzaktaki Fernandes-Topuz didişmesini görebildiğini ispat etmişti!

Benzer bir durum Halis Özkahya içinde geçerli. Burada ilk olarak Rüştü Reçber’in ve Gökhan Gönül’ün açıklamalarına dikkati çekmek istiyorum. Gökhan Gönül daha önce oynanmış bir maçtan sonra kendisi hakkında "üslubunu bir hakeme yakıştıramıyorum’ demişti. Pek anlam verememiştik. 

Bugün Rüştü’nün ‘...çok düşündüm ama birşeyi burada itiraf edeceğim. Bu acı birşeydir, belkide kendimi ispiyonlamak gibi birşeydir bu aslında. Sevgili hakem burdan da sesleniyorum. Ben ona bir hakaret ettim ve bana aynı şekilde cevap verdi. Madem ben sana hakaret ettim, beni niye atmadın...Kimse bana sen adam değilsin   diyemez...." açıklamasından sonra, kendisinin kötü niyetli olduğu gerçeği su yüzüne çıkmıştır. Verdiği sarı kartlarla da Beşiktaşlı futbolcuların elini,kolunu en baştan bağlamayı başarmıştır.

Yeni yönetimin herşeyden önce senelerdir alışkanlık haline gelmeye başlayan bu düzene karşı gereken tavrını net bir şekilde göstermesi gerekmektedir. Beşiktaşın bir sporcusuna saha içinde kimse hakaret edemez, edersede gereken bedeli ödemelidir. 








Ölümsüz olmak!


Her taraftarın hayalidir,takımın formasını giymek. Çocukluğunda bu hayallerle büyümüştür her futbolsever. Kimi zaman Ferdinand olmuştur, kimi zaman Feyyaz, kimi zaman da Yusuf. Bunu düşünen playing2 (www.playing2.com ) isimli şirket çok güzel bir fikir bulmuş ve uygulamış. Sırt numarasında ölümsüz olmak.



FC Sevilla bir kaç sene önce Uefa’da başarıdan başarıya koşar ama kadrosunu muhafaza edebilmek için mali yapısı artık buna müsade etmemektedir. Uefa Kupası, Şampiyonlar Ligi kadar gelir getirmediği için mevcut kadro dağılma noktasına gelir.  Bunu durdurmak, gelirleri arttırmak için çalışmalara başlanır. Farklı bir çok projeden bir tanesi de sırt numaralarında 2x2 mm ebatlarında taraftarlara kendi fotoğraflarını paylaşma şansı tanımaktır. Bu sayede taraftar istediği oyuncunun sırtında yer alacak, böylece kulübüne hem maddi anlamda destek olacak hem de unutulmaz bir hatıranın sahibi olacaktır.



Daha detaylı anlatmak gerekirse. Kadrodaki her oyuncuyu taraftar olarak seçme hakkına sahipsiniz. Her futbolcunun sırtında ortalama 3000 adetlik yer bulunuyor. 2 x 2 mm’lik bir alanın bedeni 25€. Benzer uygulamayı yarım sezonluğuna Atletico Madrid de yapmıştı, onlarda ise fiyat 12,90€‘dı. 


Bu ve benzeri bir uygulama ocak ayında çıkacak 4.forma için yapılabilir. Belli ölçütlerde aynı 100.yıl formasında olduğu gibi futbolcu isimleri yerine taraftarların isimleri yazılabilir. Ocak ayına kadar hem gereken çalışma yapılmış hem de o zamana kadar nakit akışı sağlanmış olur. Böylece her hangi bir pantent sorunu da yaşanmamış olur. 110. yıl’a özel bu kampanya’da aynı şekilde 100.yıl’da olduğu gibi atkılarda üretilebilir. Böylece hem forma satışına da katkısı olur.








Lucien Favre


Lucien Favre Bundesligada bu sezona damga vuran bir kaç teknik direktörden bir tanesi. İsviçrelinin özellikle Borussia Mönchengladbach ile 1,5 sezonda başardıkları herkesin takdirini topladı.

Geçen sezonun ikinci devresinde geldiği Gladbach ligin sonuna demir atmış ve otoritelerce düştü gözü ile bakılan bir takımdı. Favre ile beraber kısa sürede kalan 12 maçta 20 puan topladılar ve play-out maçına çıkmaya hak kazandılar. Olayı daha iyi açıklamak adına Gladbach’ın ilk 22 maçta 19 puan topladığını belirtmekte fayda var. Play-out maçında Bochum’u elemeyi başardı Gladbach ve böylece ligde kaldı.

Yeni sezona doğrudan kadroya katkı yapacak transfer yapmadılar ve sadece eldeki iyi oyuncularını muhafaza etmeye gayret gösterdiler. Başta Reus,Dante,Arango,Di Camargo gibi önemli futbolcularını tutmak önemliydi.



Gladbach yeni sezona fırtına gibi başladı. İlk 7 maçta topladıkları 16 puan ile son 35 senenin en iyi sezon başlangıcını yaptılar. Şampiyonlar liginde finale kalmayı başarmış Bayern’i hem içerde hem dışarda yenmeyi başardılar, aynı şekilde Dortmund maçlarında da onları en çok zorlayan takım oldular. Sezonun bitmesine bir hafta kala üçüncülüğü çok zorlamalarına rağmen, ligi dördüncü sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi elemesinde oynama hakkını kazandılar.

Kendisini diğer teknik direktörlerden ayıran en önemli ayrıntı kendisini devamlı geliştirmeye açık olması. Bir teknik direktörün devamlı kendini yenileyebilmesi, gelişmelere açık olması uzun vade çalışabilmesi için şarttır. Favre bu tür konularda çok başarılı bir hoca.
Favre’nin disiplinli oyun anlayışı, hızlı paslaşmalar ve topu mümkün olan kısa sürede rakip kaleye götürme anlayışı ile bugünlerde Gladbach’ın adı Borussia Barcelona’ya çıktı. Takım halinde belkide en iyi defans yapan takımların başında geliyorlar. Fazla söze gerek yok, şu vidyoyu izleyin yeterli aslında.



Favre’nin Hertha’da, Panteliç ile yaşadığı disiplin sorunlarını Gladbach’ta yaşamaması da büyük bir avantajdı. Panteliç sorunlu bir futbolcu olsa da Hertha’nın ona çok ihtiyacı oluyordu. Panteliç ciddi anlamda Avrupa futbolundaki en sorumsuz adamlardan biridir bu arada. Keyfine göre haber vermeden antremana bile gitmeyecek kadar umursamazdır. Hertha yönetiminin gereken desteği vermemesine rağmen bu sürecide iyi yönetmiştir.

Lucien Favre kariyerindeki zirveyi FC Zürich ile 2006 ve 2007 senelerinde üst üste kazanılan şampiyonlukla yaşadı. Bu başarısı ona 2007 yazında Hertha Berlin’in kapısını açtı. Hertha ile 2008/09 sezonunda aynı Gladbach’da olduğu gibi harika bir futbol oynatmış ve sene sonunda dördüncü olmuştu. Ertesi sezon kadrodan Panteliç,Simuniç,Voronin gibi önemli adamlarını kaybettiler, yerlerine gereken takviye yapılmadı. Dolayısı ile sezona çok kötü bir başlangıç yapılınca, kısa süre sonra Favre’nin görevine son verildi.

Benzer bir olay bu sene Gladbach’la yaşandı. Kadronun şüphesiz en etkili oyuncusu Reus Dortmundla, stoper Dante Bayernle ve orta sahanın önemli parçası Neustädter Schalke ile anlaştılar. Bu transferlerden Gladbach’ın kasasına yaklaşık 22 milyon € girdi. Favre’nin gelecek sezon yapacağı hamleler çok önemli olacak ve burdan alacağı sonuca göre kariyeri şekillenecek diye düşünüyorum.

26 Nisan 2012

Bayern Finalde!




İlk maç son dakikada gelen golle 2-1 kazanılmış olsa da Bayern’i deplasmanda oldukça zor bir maç bekliyordu. Mesut’un attığı gol işi bozmuştu. O yüzden herkes gayet temkinliydi. Sonuçta iç sahada sadece Barcelona’ya yenilmişlerdi ve çok yüksek bir gol ortalaması ile oynuyorlardı.

Real Madrid tam da beklendiği gibi başladı maça. Baskıyı her zaman olduğu çok çabuk kurup golleri buldu. Dakika 6’yı gösterdiğinde hakem Kassai bana göre haksız bir şekilde penaltı noktasını gösteriyordu. Topun başına geçen Ronaldo şık bir vuruş ile skoru 1-0’a getirdi. Henüz erken gelen golün şokunu atlatamayan Bayern, Robben ile çok net bir pozisyondan yararlanamadı. Kısa süre sonra 14.dakikada Mesut’un ara pasında kaleci ile baş başa kalan Ronaldo şık bir plase ile skoru 2-0’a getiriyordu. Tekrarında, görülmesi zor olsa da pozisyon ofsayttı.

Bu erken gelen gollerin ardından Real Madrid frene bastı ve Bayern oyununu oynamaya başladı. Üst üste pozisyonlar girmeye başladı. Robben’in ve Gomez’in girdiği pozisyonlardan yararlanamayan Bayern, dakika 27’yi gösterdiğinde sağdan gelen ortada Gomez yerde kalınca, Kassai ikinci kez penaltı noktasını gösterdi. Topun başına Dortmund maçında penaltıyı kaçıran Robben geçti. İyi bir vuruş yaparak maçı 2-1’e getirdi. Maçtan sonra yaptığı açıklamada da Casillas’ı yeterince tanıdığını dile getiriyordu.




Heynckes’in maçtan sonra söylediği gibi Bayernde ilk yarı duygu ve ruh vardı ama Bayern çok dengesizce oynuyordu. İleri çıktıklarında geride dengesizce yakalanıyorlardı. İkinci yarıdaki en büyük fark bu oldu. Bayern daha kontrollü oynamaya başladı. Alaba ileri hamle yaptığında Schweinsteiger yada Gustavo hemen onun yerini kapatmaya geliyordu. Kontrollü oyunları sayesinde oyuna daha hakim oldular. Zaman zaman Real arada bir tehlikeli pozisyonlar yakalasa da, genel anlamda oyun Bayern’in kontrolü altındaydı.

Defansta Badstuber 77.dakikada kenara yakın noktada Benzema’yı kaçırması dışında hatasız bir oyun sergiledi. Boateng ise her zaman oynadığı oyunundan çok daha başarılıydı. Bekler Alaba ve Lahm öncelikli olarak defansif oyuna konsantre olmuşlardı. Lahm yine ortalamasına yakın pas rakamları yakaladı. (%88).


Orta alanda ise Schweinsteiger, Kroos ve Gustavo inanılmaz bir mücadele verdiler. Yeri geldi hücuma çıktılar, yeri geldi stoperlerin boşluklarını doldurdular. Hatalı çıkışlarda dahi bütünlüğü bozmadılar ve hemen birbirlerinin açıklarını kapattılar.







Kanatlarda ise dersine iyi çalışmış Marcelo, Robben’e nerdeyse hiç fırsat tanımadı. Ondan görmeye alışkın olduğumuz, dışa doğru hamle yapıp uzaktan çektiği şutları göremedik. Diğer tarafta ise Ribery, Arbeloa karşısında ciddi anlamda zorlandı. Maç öncesi Ribery’nin başarılı performans göstermesi bekleniyordu. Beklentilerin altında kaldı ve oyundan iyice düşmeye başlayınca 4-3-3’ü bozmamak isteyen Heynckes oyuna Müller’i aldı. Bu sayede Robben, Marcelo’dan kurtulup sola geçecek, Müller’de sağ tarafta oynayacaktı. Kurt hoca’nın bu hamlesi hemen meyvesini verdi ve soldan gelen Alaba’nın pasını, Robben doğrudan Gomez’e yolladı. Malesef Gomez topu ayağına dolayınca golü atamadı. Real’de de Ribery’ye benzer performans gösteren Di Maria yerini Kaka’ya bıraktı. İki takımda temkinli oynamaya devam edince, 90 dakika bu şekilde bitti.

Uzatmalarda ise ibre Real’e dönmeye başladı. Mourinho oyuna Higuain ve Granero’yu aldı. Kaka bu sayede ortaya geçti ama değişen pek birşey olmadı. Uzatmalarda Gustavo çok önceden görmesi gereken sarı’yı gördü ve finalde cezalı duruma düştü. Aynı şekilde Real kontraya çıkarken faul yapan milli stoper Badstuber’de finalde forma giyemeyecekti.

Son 10 dakika ise tam anlamı ile Real’in kontrolünde geçti ama sonuca gidecek pozisyonları yakalayamadılar. Bayern takım halinde iyi savunma yaptı ve 120 dakika bitti. Sonucu penaltı atışları belirleyecekti **.

Kaiser’in de dediği gibi penaltı atmanın yada tutmanın şans işi olduğuna inanmayanlardanım. Düzenli bir şekilde çalışınca, geliştirilebilir olduğunu düşünürüm. Burda başka birşeye değinmek istiyorum. Bayern’in bu sezon yaptığı en doğru hamle Neuer transferi olmuştur. Schalke’den olaylı bir şekilde gelmiş, taraftarlar en başından beri istememiş hatta Bayern tarihinde görülmemiş bir tepki vermişlerdir. KOAN NEUER!*. Neuer buna rağmen bütün sezon mükemmel bir performans sergilemiş, 49 maçın 21 tanesinde gol yememiştir. Burada Van Gaal ile geçen sezon kaleci transferi konusunda ciddi anlamda papaz olan Hoennes’i tekrar tebrik etmek gerekir. Bugün Bayern finalde ise Neuer’in payı büyük. 

                                  Neuer, sen misafirsin ve misafir kalacaksın!


Penaltı atıcıları belirlenirken Robben atmak istemedi. Bazen büyük futbolcu olmak, gerektiği yerde geride durmayı gerektirir. Tam tersi örneğini Ronaldo’da gördük. Maç sonrası Neuer çok önemli birşeyden bahsetti. ‘Normalde Ronaldo devamlı sağ alt köşeye vuruyor, maç içinde ters köşeye vurdu. Bu sefer oraya atacağını tahmin ettim ve tuttum.’ İşte böyle ince detaylar belirliyor kritik maçların neticesini. Hatta daha pekiştirmek adına Schweinsteiger ile devam edelim ‘ Daha önce oynadığımız hazırlık turnuvasında sağa vurmuştum, hatırlıyordur diye düşündüm ve sola vurdum, gol oldu.’ 




Sonuçta Bayern turu atladı ve 19 Mayıs’ta kendi evinde en büyük olma adına Chelsea ile karşılacak. Bayern motive, Bayern istekli bakalım finalde ne olacak.

* Hikaye çok eskiye dayanıyor. Sene 2001 Bayern ile Schalke şampiyonluk yarışında son haftaya kadar başa baş gitmektedir. Bayern 62 Schalke ise 59 puandadır. Averjada üstünlük Schalke’ye aittir. Schalke maçı kazanır ama Bayern için işler kötü gitmektedir. Hamburg karşısında 1-0 yenik durumdadır. Dakika 90’da gelen gol ile Bayern beraberliği yakalayarak şampiyon olur ve Titan lakaplı Oliver Kahn sevincini korner köşesindeki bayrağı sökerek, yerde göz yaşları içinde sevincini kutlar. Seneler 2009’u gösterdiğinde Schalke ile Bayern kupa finalinde karşılaşırlar. Maçı Halil Altıntop’un golüyle 1-0 Schalke kazanır. Kahn’ın sevincinin aynısını bu sefer Neuer yapar. Dolayısı ile sene başında yapılan bu transfere taraftar tepkilidir ve Kein (Koan= Bavyera lehçesi) Neuer yani Neuer’i istemiyoruz diye tepkisini koyar. Bayern taraftarının tavrı eskisi kadar sert olmasa da hala aynı.


** Bayern Avrupa arenasında penaltılara kaldığı 4 maçı da kazandı


*** Şampiyonlar Liginde ilk defa ev sahibi bir takım, kendi stadında final maçı oynayacak.


24 Nisan 2012

Bundesliga'nın Pas Ustaları




whoscored sitesi güzel bir çalışma yapmış. Bundesliga’nın maç başına en başarılı pas yapan oyuncuları ile en çok kilit pas kullanan oyuncularını listelemiş. Olumlu pas kullanlar genelde tahmin edilen isimler.

Hamburg’un defansif orta sahası Jarolim %92 ile birinci sırada. Görevi itibari ile bu rakamlar çok anlam ifade etmese de, Hamburg’un kaptanı’nın işini en iyi yapan oyunculardan birisi olduğu gerçeği çok net bir şekilde görülüyor. 

Listedeki çoğu oyuncu defansif orta saha ve stoperlerden oluşuyor, bir isim hariç. Philip Lahm! Bayern’in ve Alman milli takımının kaptanı %90.3 ile listede 3.sırada. Bir başka başarılı bek ise Bayern’den Rafinha. Onun oranı ise %88.5. Bek oyuncularına göre bu rakamlar inanılmaz başarılı.

Dikkat çeken bir başka olay ise şampiyon Dortmund’dan 1 tane oyuncu olmaması. Bunda Dortmund’un oyun anlayışının sebep olduğunu düşünüyorum. Dortmund ayağa pasla atak oluşturmaktan çok,  doğrudan sonuca gitmeyi felsefe edinmiş bir futbol anlayışına sahip. Bu durum daha riskli olduğu için listede yer almadıklarını düşünüyorum.

Kilit paslarda ise zirvede Jefferson Farfan var. Schalke’nin Perulu yıldızı maç başına 2.7 kilit pas ile Gladbachlı Arango ile Stuttgart’lı Hajnal’ın az farkla önünde. Arango bu sezon Lucien Favre ile beraber Gladbach’ta çok başarılı bir sezon geçirdi. Reus (2.3) ve Hanke ile beraber takımın üst sıralara tırmanmasında büyük rol aldı. Ribbery ve Robben’in performansları geçen sezonlardan çok farklı değil.

Son olarak milli futbolcumuz Gökhan Töre’yi görüyoruz. Bundesliga’daki ilk sezonunda takımı adına işler kötü gitmesine rağmen maç başı 2 kilit pas ortalaması ile oldukça başarılı. Başta Rus takımları olmak üzere bir çok takımın transfer listesine girmiş olması da şaşırtmıyor.

Bundesliga´da 32.Hafta - Şampiyon Dortmund!




Bu haftanın en anlamlı karşılaşması Borussia Dortmund ile Borussia Mönchengladbach arasındaki maçtı. Dortmund’da şampiyonluk için tüm hazırlıklar tamamdı ve beklenen oldu. Dortmund maç’ı 2-0 kazanarak üst üste şampiyon olmayı başardı. Gladbach ise üçüncü olup şampiyonlar ligine doğrudan kalma fırsatını bir kez daha ertelemiş oldu.

Alt taraflarda ise durum pek farklı değildi. Köln evinde Stuttgart’ı konuk etti. Maça taraftarının da desteği ile iyi başlayan Köln öne geçmeyi başardı. İkinci devrede Cacau’un Stuttgart’ta oyuna girmesi ile oyuna denge geldi. ( Bu sene çok şans bulamasa da, deneyimli ve önemli bir futbolcu) Çok geçmeden de harika bir koşu ile defansı şaşırtarak golünü attı ve maçın skorunu belirledi. Son dakikada uzaktan çektiği şut ile nerdeyse galibiyeti getiriyordu.

Diğer önemli mücadelede Augsburg-Schalke’yi ağırladı. Augsburg bu sene beni şaşırtan bir numaralı takım oldu. Gösterdikleri performans gerçekten inanılmaz, kapasitelerinin çok üstünde bir sezon geçiriyorlar. İstekli taraf Augsburg’du, gol de gecikmedi zaten. Ardından ilk yarı bitmeden Huntelaar durumu eşitledi. İki devrede ise durgun geçen oyundan dolayı maç 1-1 bitti. Gladbach ile üçüncülük mücadelesinde karşılıklı ikramlar sürecek gibi.

En şaşırtıcı performans ise Hertha Berlin – Kaiserslautern maçında yaşandı. Düşmesi kesinleşen Lautern çok rahat bir maç çıkardı ve bir anda skoru 0-2’ye getirdi. Daha da farklı bir sonuç olabilirdi ama pozisyonlardaki becerisizlik sebebi ile uzunca süre oyun böyle devam etti. Duran top sonucu Hertha maçı 1-2’ye getirse de daha fazlası olmadı ve maç bu skorla bitti. Sahadaki Hertha lige havlu atmışa benziyor, kalan 2 haftada ne yaparlar izleyip göreceğiz.

Werder Bremen-Bayern München maçı ise tamamen bir hazırlık maçı kıvamında geçti. Bayern as oyuncularını yarın oynayacağı Real maçına sakladı. As kadrodan sadece Müller (Real maçında yedek başlayacaktır), Schweinsteiger ve Neuer forma giydi. Açılışı kornerden Naldo yaptı. Bremen maça çok hakim olamasa da daha çok fırsat bulan taraftı. Durum böyle olunca Heynckes ikinci devrenin ortalarında müdahele etmek durumunda kaldı ve oyuna Ribery-Kroos ve Gomez’i aldı. Ribery oyuna hemen ağırlığını koydu ve bireysel yeteneği ile maçı 2-1’e getirdi.  



Bu arada Leverkusen’in sene başında ciddi rakamlara transfer ettiği Andreas Schürrle iki haftadır çok şık goller atmaya devam ediyor. Bu hafta ayak içi ile attığı golde görülmeye değer. Avrupa Şampiyonası heyecanı sarmıs bes belli. 

Hafta’nın takımı: Borussia Dortmund

Hafta’nın kalecisi: Bernd Leno

Hafta’nın golü: Andreas Schürrle (Hoffenheim 0-1 Leverkusen)

21 Nisan 2012

Tunay Torun (22)



Tunay´ı ilk defa Batuhan Karadeniz için izlediğim bir U-16 milli takım maçında görmüştüm, nerden baksan 7 sene olmuştur. Rakip kimdi hatırlamıyorum ama sahada resmen en zeki benim diye bağırıyordu.Rakip oyunculardan kolayca sıyrılmaları, takım arkadaşlarına verdiği gol pasları, boş alanları değerlendirmesi çok etkilemişti beni. Hemen kimdir diye araştırmaya başladım, St.Pauli’de oynadığını öğrendim.

O günden sonra da düzenli bir şekilde takip etmeye devam ettim. St.Pauli’de oynarken maçlarını izledim, elmas gibi parlıyordu. Hatta kendinden büyük çocuklarla oynadığı zaman bile sahada en iyisi o oluyordu. Liverpool başta olmak üzere Premier Lig ekiplerinin dikkatini çekmiş olması da şaşırtmamıştı. O ailesinin tavsiyesi ile bence de doğru olanı yaptı ve Hamburg’a gitmeyi tercih etti. Dolayısı ile çevresi çok değişmemiş olacaktı. 

Hamburg’da da kısa sürede önce A2 takımına yükseldi. ( Almanyada A2 takımları profosyonel liglerde mücadele etme haklarına sahiptir, Hamburg A2 o dönem 3.Ligde mücadele ediyordu) Zaman zaman iyi maçlar çıkardı. Kısa süre sonrada Martin Jol döneminde A takıma yükseldi. A takımda parlama dönemini Bruno Labbadia’ya borçluydu. Elinde iyi oyuncular olmasına rağmen ona şans verdi. O da genelde iyi işler çıkardı.



Kısa sürede işler kendisi adına iyi, kulübü adına kötü giderken çapraz bağları koptu. Sezon öncesi kampını kaçırdı. Aynı dönem Labbadia’nın görevinden ayrılmış olması onun adına büyük şansızlıktı. Çünkü 6 ay sonra iyileşip geri döndüğünde yeni hocası Armin Veh ona pek şans tanımayacak ve tekrardan A2’de mücadele etmesi gerekecekti. Bir futbolcu için yaşanacak en büyük zorluklardan birisidir böyle durumlar. Benzer örneklerini başka futbolcularda da görüyoruz malesef. En taze örneğini Yasin Öztekin ile ilgili yazıda da anlatmıştım.

Armin Veh’in Hamburg kariyeride diğer hocalar gibi uzun olmadı ve yollar ayrıldı. Sezon ortası göreve getirilen Michael Oenning ona ara ara tekrar A takımda şans vermeye başladı. Aynı dönemde de Hiddink sayesinde A milli takım’a dahil oldu. Sezon sonu sözleşmesinin bitiyor olması sebebi ile Hamburg onu elinde tutmak istedi ama Tunay ayrılmayı kafasına koymuştu. Burada Hamburg’un senelerdir hem oyuncu hem de teknik direktörler konusunda inanılmaz yanlışlar yaptığını, bu yüzden bugün nerdeyse küme düşeceğini belirtmekte fayda var.

Eski hocası Labbadia onu yeni takımı Stuttgart’a almayı çok istedi, Türkiye’den de teklifler vardı. Özellikle Şenol Güneş Trabzon’a almayı çok istedi. Tunay’ı genç gruplarda ilk kez milli kadroya dahil eden,daha doğrusu ikna eden kişi Hami Mandıralı olduğu için muhtemelen o tavsiye etmiş olabilir. Tunay bu takımlar yerine lige tekrardan yükselmiş Hertha Berlin’i seçti. İstediği tek şey düzenli bir şekilde forma giymekti. Bu açıdan düşünüldüğünde doğru bir tercih yaptı diyebiliriz.



Sezona Markus Babbel’le başladı,ardından Eskişehir’den transfer edilen Skibbe ve son olarakta Otto Rehhagel. Bunca kargaşa ve hoca denemelerine rağmen 35 maçın 20 tanesinde forma giydi. En son geçen hafta Leverkusen deplasmanında attığı iki golle de takımını ayakta tuttu. Kalan haftalarda, küme düşmeme mücadelesinde Rehhagel’in ona daha çok fırsat vereceğini düşünüyorum.

Tunay hem sol hem de sağ ayağını çok iyi kullanan ofansif bölgenin her alanında görev alabilen özel bir oyuncu. St.Pauli ve Hamburg alt yapısında yardımcı forvet oynarken, Hamburg A takımında ve Milli takımda genelde sol açık olarak değerlendirildi. Hertha’da da genelde sol ve sağ açık oynuyor olsa da, zaman zaman son Leverkusen maçında olduğu gibi yardımcı forvet oynadığı da oluyor. Benim Tunay’da beğendiğim en önemli özellikler isabetli pasları,topu ayağında saklayabilme ve sakin son vuruş becerisi. Bu konuda Van Nisterlooy’un verdiği nasihatlerin faydası olduğunu kendi de söylüyor zaten. Forvet’ten bozma kanat oyuncuları genelde defansif anlamda zaaflar gösterir ama Tunay bu konuda da başarılı. Eksik yönü ise fiziksel yapısı sebebi ile hava toplarında nerdeyse hiç varlık gösterememesi diyebilirim.

Tunay’ın bugün itibari ile 22 yaşında ve yaşadığı bunca kaotik sürece rağmen toplamda 45 Bundesliga,8 Avrupa Ligi maçında forma giydi. Umarım Hertha düşmez ve daha başarılı bir şekilde sakatlık yaşamadan kariyerini sürdürür. Kim bilir bir gün belki çocukluğunda tuttuğu takımda da forma giyer?

Yaş:22
Boy:179cm
Kilo:72kg

19 Nisan 2012

Üyelik


Bugünlerde ciddi anlamda Beşiktaş üyelik yapısının gözden geçirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Mevcut yapının aksadığı, hatta işlevsiz hale geldiği gerçeği net bir şekilde görülüyor. Tam da bu sırada imdadımıza yeni yönetimimiz yetişti. Mevcut yapıyı değiştirmek, tekrardan kulübe faydalı bir yapıyı sağlamak için gerekli çalışmaları başlatma gayretlerini heyecanla takip ediyorum.

Bu süreçte önemli olan öncelikle sorunların,aksayan noktaların tespiti olmalıdır. Üye yapımızı incelediğimizde 22.000’den fazla üye’ye sahibiz. Tablo diğer İstanbul takımlarında da farklı değil. Galatasaray’da bu rakam 8.750, Fenerbahçe’de ise net rakamlar bilinmezken Mayıs ayındaki seçimlerde 12.000 kişi’nin oy kullanma hakkı olduğunu biliyoruz. Bu rakam milyonlarca taraftarı olan, şehir takımından çok, ülke takımı olmayı başarmış takımlar için inanılmaz derecede az bir sayıdır.

Daha netleştirmek adına örnek vermek istiyorum. Mesela Bundesliga’daki bazı rakamlar şu şekilde; (03.2011)

1. FC Bayern München 156.757
2. Schalke 04 87.000
3. Hamburger SV 68.000
4. 1.FC Köln 51.500
5. VfB Stuttgart 46.800
6. Borussia Mönchengladbach 43.299
7. Werder Bremen 39.000
8. Borussia Dortmund 37.600

Çok açık ve net bir şekilde görüldüğü üzere rakamlar bizimkilerin çok üstünde. Oysa bu takımların çoğu gücünü sadece kendi şehirlerinden alıyor. Taraftar kitlesi olarak bizim takımlarımızdan rakamsal anlamda çok gerideler. Bu kadar fark olmasında, aradaki yaşam standart farkı gibi faktörler akla gelebilir. Ama daha detaylı bir şekilde incelendiğinde ortaya çıkan tablo çok daha önemli. Örnek vermek gerekirse Bayern kulübüne üye olmak için bir seferlik alınan ücret sadece 3€. Bu rakam Schalke’de 5€. Diğerlerinde de durum farklı değil.



Peki Türkiyede durum nasıl? Kulübün üyesi olmak isteyen bir Beşiktaşlı’nın ödemesi gereken miktar 2000TL, bir Galatasaraylı ya da Fenerbahçeli’nin 10.000TL, Trabzonlu’nun ise 500TL. İndirimli üyeliklerde bile en ucuz rakam 1000TL. Görüldüğü üzere rakamlar ülke şartları göz önüne alındığında, üye olmak sadece maddi durumu güçlü kesime hitap ediyor. Beşiktaş özelinde değerlendirirsek mottosu ‘Halkın Takımı’ olan bir taraftar yapısına oldukça ters bir durum söz konusu.

Senelik aidatları incelediğimizde ise durum biraz daha farklı. Mesela Bayern’in yaş kategorilerıne göre bir uygulaması var. 18 yaşından küçükler ve emekliler 30€ öderken, 25 yaşını doldurmamış olanlar 40€, diğer üyeler ise 60€ ödüyor. Schalke’de ise 5 farklı yaş kategorisine ayrılmış. 0-6 yaş senelik 3€,7-17 yaş senelik 12€, 18-29 yaş senelik 25€, 30-60 yaş senelik 50€, 61 ve üstü 35€ şeklinde. 1.FC Köln’ü incelediğimizde ise yetişkinler 92€, 12-17 yaş arası 42€, öğrenci,emekli ve engelliler için ise 46€.

Peki aidatlarda durum ne? Beşiktaş’ın senelik 50 TL. Rakipleri Galatasaray’ın 100,Fenerbahçe’in 50 ve Trabzonspor’un ise 60TL. Burada ortaya çıkan rakamlar ise karşılaştırıldığında biraz düşük kalıyor.  

Aradaki bir başka fark ise üyeliklerin getirisi. Mesela bir Köln takımının üyesi kombinede indirim, maçlarda biletlere öncelikli sahip olma, storelardan yaptığı alış-verişlerde %10 indirim, alış-veriş katalogları (storelarda satılan ürünler) ve kulüp dergilerine ücretsiz sahip olma, stadyumdaki restorantlarda indirim gibi haklara sahip. Diğer kulüplerde de benzer örnekler göze çarpıyor. Maç biletlerini daha ucuza alma, her yeni üye’ye üzerinde ismi yazılı olan taraftar atkısı vs. Bizde ise üye olmanın kulübe bağlılık dışında hiç bir cazibesi yok.

Bir başka ilgi çekici nokta ise üyeliklerin bazı kulüplerde ayrıştırılması. Kulüpler mevcut tesislerini kullanmak isteyen üyelerine bu imkanı tanıyor. Aynı bir spor işletmesi gibi basket salonunu,atletizm salonunu değerlendiriyor. Buradan aldığı ekstra gelirlerle bütçesini güçlendiriyor. Benzer bir uygulamayı yapmak için tesis sahibi olmak gerekemez aslında. Beşiktaş gibi büyük bir marka ile çalışmak isteyecek bir çok spor tesisi bulunabilir. Mesela her hangi bir Fitness Salon zinciri ile anlaşma sağlanabilir ve üyelere ayrıcalık tanınabilir.

Bu veriler ışığında bir değerlendirme yaptığımızda yeni üyelerden bir seferlik alınan 2000TL’nin ciddi anlamda ülke standartlarına çekilmesi (bana göre 150-200TL) ve 100.000 üye’ye ulaşmanın yolları hedeflenmelidir. Oy kullanma hakkı içinde yeni bir düzenleme yapılabilir. Aidatlarda ise artış kaçınılmazdır ama bunu yukarda vermiş olduğum örneklerle cazip hale getirmekte şarttır. Basit bir hesapla 100.000 kişiden alınan 250TL ile elde edilecek senelik 25.000.000TL, 20.000 kişiden alınacak 1.000.000TL ile kıyaslanamayacak kadar değerlidir. Mevcut sistemle bir fayda sağlanmayacağı çok açık ve net. Ciddi anlamda bir düzeltme yapılmazsa, rakamı buralara taşımak zor.
Üyelere kredi imkanı tanımakta önemli bir ayrıntı. Malum ülkemizde kredi kartı kullanımı oldukça yüksek ve insanlar tüketimlerinin çoğunu kredi kartları ile yapıyorlar. Şu an 2-4 taksit yapılıyor ama bunu en azından 6-8  taksit ile kolaylaştırmak mümkün olmalı. Aidatlar arttığında da aynı uygulama orda da geçerli olmalı.

Son olarak her anlamı ile dünya futbolunun model takımı olması gereken FC Barcelona’ya bakalım. 1953 yılında 27.000 üye’ye sahipken, 2010 yılında yapılan seçimde oy kullanan kişi sayısı 118.665’di. Barcelona’ya üye olmanın bedeli 124,50€.


17 Nisan 2012

Bayern München - Real Madrid

Bugün Bayern München ile Real Madrid Allianz Arena’da karşılaşacaklar. Bayern son iki lig maçında kaybettikleri puanlar ile lige havlu attı. Geriye Şampiyonlar Ligi ve Federasyon Kupası kaldı. Bu akşam Avrupa’nın dev ekiplerinden bir tanesi ile karşılasacaklar.

Bayern ile Real Madrid maçları Avrupa arenasında küçük çaplı bir klasiktir. Bayern tarih boyunca çok kez Real’in başını ağrıtmayı başarmıştır. Oynanan toplam 18 maçtaki tabloda Bayern’in 10 galibiyeti, 2 beraberliği, 6 yenilgisi var. İç sahada ise Bayern’in Real’e karşı harika bir istatistiği var. Oynadıkları 9 maçta 8 galibiyet 1 beraberlik. Attıkları gol 30, yedikleri 23. Böylesine güçlü bir takıma karşı oldukça iyi bir istatistik.
Maç Allianz Arena’da olduğu için kolay geçmeyecektir. Zira Allianz Arena’da Bayern Avrupa arenasında bu sezon hiç yenilmedi. Ligde de tablo pek farklı değil. Gladbach ve Dortmund maçları dışında yenilgileri yok. Geçen sezonda ligde sadece Dortmund ve Mainz 05 yenebilmişti, Avrupa maçlarında da son dakika golü ile İnter. Kısaca özetlemek gerekirse Bayern evinde çok farklı.
Real’in Şampiyonlar Ligi ve La Liga performansına baktığımızda geçen sezona göre daha derli toplu oynayan bir takım görüyoruz. Mourinho’nun 4-2-3-1’i gayet başarılı. Levante ve Barcelona maçları dışında yenilgi yüzü görmediler. Finalde Barcelona ile karşılaşmak ve galip gelmek onlar için çok önemli. Hafta sonu deplasmanda Barcelona ile karşılaşacak olmalarının bu maça ister istemez etkisi olacaktır.
Diğer yandan final maçının Allianz Arena’da oynanacak olması Bayern için büyük bir motivasyon kaynağı. Sonuç ne olursa olsun, ne Bayern ne de Real için bu maç kolay olmayacak. Rakip Real Madrid dahi olsa Bayern bugün yenilmemek için sonuna kadar savaşır.   

Bundesliga'da 31.Hafta

Bundesliga’da 31.Hafta, bir nevi kader haftası oldu diyebiliriz. Geçen hafta Bayern galibiyeti ile farkı 6 puana taşıyan Dortmund, deplasmandaki derbi’de Schalke’yi geriye düşmesine rağmen yenmesini bildi ve Bayern maçından önce farkı 9’a taşıdı. Aynı günün akşamı oynanan Bayern-Mainz maçına da ister istemez bu yansıdı. Gomez,Lahm ve Ribery bugün oynanacak Real maçı için öncelikle kulübede bekletildi. Maç 0-0 devam edince oyuna girmek zorunda kaldılar ama değişen birşey olmadı. Bayern matematiksel olmasa da, Dortmund’un şampiyonluğunu kabul etmiş oldu.
Bundesliga’da üçüncülük savaşı da son sürat devam ediyor. Schalke’nin kaybetmesi ve Gladbach’ın Köln’ü rahat geçmesi ile makas iyice daraldı. Doğrudan Şampiyonlar Ligi biletini almak adına kıyasıya bir mücadele bizi bekliyor.
Ligin alt tarafında ise Augsburg biraz şansla da olsa Wolfsburg’u yenmeyi başardı. Maç’a yine Magath damgasını vurdu. Oyuna aldığı Fildişi sahilleri asıllı Fransız futbolcu Sio’yu kısa bir süre sonra oyundan çıkardı. Bu davranışlar artık kendisi için çok normal kabul ediliyor. Eski Beşiktaşlı futbolcu Kuntz’un başkanı olduğu Kaiserslautern ise Nürnberg’ e yenilerek lige havlu attı.
Haftanın en zevkli mücadelesi ise Bayer Leverkusen ile Hertha Berlin arasında yaşandı. Bir tarafta Uefa için mücadele eden Leverkusen, diğer yanda da ligde kalma savaşı veren Hertha. Maça iyi başlayan taraf Leverkusen oldu ve 2-0 öne geçmeyi başardı. Kısa bir süre sonra Hertha yetenekli genç forveti Lasogga’nın kafa golü ile skoru 2-1’e getirdi. Ardından Rolfes ile kaçan penaltı Leverkusen’in maçı koparmasını engelledi. Aynı esnada Kobiashvili’nin kırmızı görmesi, işleri Hertha adına iyice zorlaştırdı. Buna rağmen kısa bir süre sonra sahneye çıkan isim milli futbolcumuz Tunay Torun oldu. Önce şık bir vuruş ile skoru 2-2’ye, ardından da 2-3’e getirmeyi başardı. Son dakikalarda Leverkusenin duran toptan gelen golüne engel olamayınca maç 3-3 bitti.
Hafta’nın golü: Andreas Schürrle (Leverkusen 1-0 Hertha Berlin)
Hafta’nın kalecisi: Simon Jentzsch
Hafta’nın takımı: Borussia Dortmund

16 Nisan 2012

Hepimiz Zenciyiz!

Türk futbolunun son dönemdeki sorunlu çocuğu Emre Belözoğlu. Nerde bir kavga,gürültü orada onun adı geçiyor. Her daim polemiklerin içinde. Gittiği her camia tarafından belli bir süre sonra dışlanmış, futbolu iyi ama karakteri sorunlu şahıs. Son olarak dün oynanan maçta Didier Zokora’ya ‘‘ fucking nigger ’’ diyerek hakaret etmiş.
Buna şaşırdım mı? Hayır. Daha önce de aynı cümleyi bugün beraber Fenerbahçe forması giydiği Yobo başta olmak üzere El-Hadji Diouf, Watford’lu Alhassan Bangura’ya da söyledi. Anlaşılan bu sinirle söylenmiş birşeyden çok daha öte bir durum. Nasıl olursa olsun, her türlü mide bulandırıcı.
Emre’nin saha içindeki veya dışındaki takım arkadaşları ile olan problemli tavırları ( Gökhan Gönül, Andre Santos, J.Yobo, Baroni,Deivid vs.) bizi ilgilendirmez ama bu tarz bir ırkçılık tüm ülkeyi ilgilendirir. Daha da açık bir dille dile getirmek gerekirse, bu bir utançtır. Bu misafirperverliği ile övünen bir toplumada hakarettir.
Milli takım kaptanlığını yapmış bir oyuncu’nun bu yaptığı affedilemez, affedilmemelidir.
İlgili madde gayet açık ve net;
MADDE 44 – AYRIMCILIK
(1) Irk, dil, din, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık onurunu herhangi bir şekilde zedeleyen
(a) Futbolculara dört ila sekiz müsabakadan men cezası,
(b) Kulüp yöneticilerine ise kırk beş ila doksan gün hak mahrumiyeti cezası ve Süper Lig kulübü yöneticileri için 20.000.-TL’den 80.000.-TL’ye kadar, 1. Lig kulübü yöneticileri için 10.000.-TL’den 40.000.-TL’ye kadar, 2. Lig kulübü yöneticileri için 7.500.-TL’den 15.000.-TL’ye kadar, 3. Lig kulübü yöneticileri için 5.000.-TL’den 10.000.-TL’ye kadar para cezası,
(c) Diğer kişilere dört ila sekiz müsabakada soyunma odasına ve yedek kulübesine giriş yasağı, veya otuz ila altmış gün arasında hak mahrumiyeti cezası verilir.

Umarım sadece bununla kurtulmaz.
Çarşı’nın meşhur pankartında dediği gibi hepimiz zenciyiz!

14 Nisan 2012

Schalke 04 - Borussia Dortmund


Şampiyonluk yolundaki son engel yarın oynanacak derbi. Hafta içi harika bir futbol resitaline sahne olan Bayern maçından sonra gözler NRW derbisinde. Klopp'un dediği gibi Schalke, Dortmund'un elini kolunu sallayarak şampiyon olmaması için elinden geleni yapacak. 

Dortmund cephesinde Subotiç oynamayacak, yerine Brezilyalı stoper Santana görev alacak. Götze kadroda. Oynar mı bilinmez ama varlığı bile Dortmund için büyük avantaj. Schalkede ise Höwedes sahada olacak.


Stevens yaptığı açıklamalar ile Dortmund'u övdü ama bu klasik rakibin motivasyonunu bozmaktan başka bir tepki değildi. Nürnberg maçından sonra Schalke'nin ne yapabileceğini kestirmek zor. Ligde üçüncü kalıp, doğrudan Şampiyonlar Ligi'ne kalma planları yapıyorlar. En yakın rakipleri Gladbach ile aralarında 4 puan var. Olası bir yenilgide durum çok daha tehlikeli bir hal alabilir.

Her ne kadar Dortmund şampiyonluk havasına girmiş olsa da Gelsenkirchen'de oynanan son 14 maçta sadece iki galibiyet almış olmaları bu maçın hiçte kolay olmayacağının haberini veriyor. Eğer rakip daha sıradan bir takım olsaydı, Klopp oyuncuları motive etmekte belki zorlanabilirdi. O açıdan bakıldığında derbi tam zamanında imdadına yetişti diyebiliriz.



Maç 16:30'da TRT HABER'de! Beşiktaş - Galatasaray derbisi öncesinde tavsiye edilir.

Beşiktaş - Galatasaray

Yarın Beşiktaş - Galatasaray derbisi ile Süper final başlıyor. 34 haftalık periyodu lider bitiren Galatasaray en yakın takipçisi Fenerbahçe’nin 5, Beşiktaş ve Trabzonspor’un 11 puan önünde ciddi anlamda şampiyonluğun favorisi. Beşiktaş ve Trabzonspor’un ilk etaptaki hedefleri Şampiyonlar Ligi vizesi gibi görünüyor. İlk iki hafta sonunda bu hedef 3. olma yarışına da dönebilir. O açıdan içerdeki Galatasaray ve hemen ardından oynanacak deplasmandaki Trabzonspor maçları kalan maçların formalite olmaması ve hedefler adına çok önemli.
Galatasaray’da Melo ve Riera’nın affedilmesi sebebi ile yarın Melo tekrardan sahada olacak. Fatih Terim sene başında lige 4-3-3 ile başlamış ama kaybedilen puanların ardından sistemde değişikliğe gitmişti ve 4-4-1-1’e dönmüştü. Bu sürecin ardından Galatasarayda işler düzelmeye başladı.  Zaman içinde de en uygun onbirini oluşturdu.
Muhtemel kadro: Muslera-Eboue-Semih-Ujfalusi-Hakan-Engin-Melo-Selçuk-Aydın-Necati-Elmander  
Belki Aydın yerine Riera’yı tercih edebilir ama genel hatları ile sahaya çıkacak kadro bu. Emre Çolak dışında görmeye alıştığımız 11 ile mücadele edecek.
Beşiktaş’ta ise durum farklı. Tayfur Havutçu ile yeni bir başlangıç yapan Beşiktaş’ın kaybedeceği bir şey yok. Geçen hafta ve dün yapılan ödemelerden sonra takımdan beklenen tek şey kalitelerini sahaya yansıtmaları.
Kadroya dönersek, uzun bir aradan sonra İsmail tekrardan sahada olacak. Beşiktaş’ın en çok yokluğunu arayacağı isim cezalı Egemen olacaktır. Orta alanda bu sezon harika bir performans sergileyen Fernandes ise ilk defa derbide forma giyebilecek. Beşiktaş iki Galatasaray derbisinde de orta alanda onun yokluğunu ciddi anlamda hissetmişti. Kalede Cenk sakat, forma Rüştü’nün. Almeida ise cezalı bir başka isim.
Galatasaray’ın son 16 sezonda İnönü’de Beşiktaş’ı sadece bir kez yenmiş olması,deplasman takımlarının bu sezon İstanbul derbilerinde galibiyet alamaması, her ne kadar Beşiktaş adına olumlu gözüküyor olsa da son 12 haftada sadece iki galibiyet almış olması yinede endişe veriyor.
Kilit Oyuncular
Beşiktaş’ta Manuel Fernandes takımın sahada rakibe baskı yaratması adına kilit oyuncu olacaktır. Bu sezon yaptığı asistler ve saha içi liderliği ile ilk derbisinin vereceği motivasyonla ne kadar etkili olabilecek, merakla bekliyoruz. Bir diğer kritik isim ise Ricardo Quaresma. Deplasmandaki maçta Beşiktaş, takım halinde kötü oynamasına rağmen atılan iki golde de yaptığı katkı ve genel derbi performansı ile kara kartalın bir başka silahı olacak. Mustafa Pektemek ise gol yollarındaki tek umut olacak. Yedek kulübesinden pek katkı alamayacak olduğunu düşündüğüm Beşiktaşın süre daralmadan maçı eline alması, ona bağlı.
Galatasaray’da ise derbilerde attığı 5 gol ile öncelikli isim kesinlikle Elmander. Bitmek bilmeyen enerjisi, defansın dengesini bozan oyun yapısı ile özellikle dikkat edilmesi gereken bir oyuncu. Diğer önemli isim ise orta alanda bu sezon takımını ayakta tutan Selçuk İnan. Normal sezonda 11 gol 12 asist ile takımına inanılmaz katkı verdi. Kullandığı duran toplar ve defans arkasına attığı isabetli paslar ile ciddi bir tehlike olacak. Beşiktaş'ın aksine yedek kulübesinde hazır bekleyen Milan Baros'ta maçın gidişatına göre tehlikeli olabilir.
Zaaflar
Beşiktaş’ın en büyük zaafı, sene başından beri yaşadığı kaos ve sistemsizlik. Dolayısı ile zaman zaman saha içinde iyi işler yapsa da sorunları hala devam ediyor. Beşiktaş orta alandan oyun içinde çok katkı alamadığı için ilerde uzun süreli baskı kurmakta zorlanacaktır. O yüzden gole gitmek kolay olmayacaktır. Defansta Egemen’in olmayışı ve defansın Sivok ile Toraman’a emanet edilmesi ister istemez dengeyi bozabilir.
Galatasaray’da ise sol çizgi de Engin Baytar ve Hakan Balta defansif anlamda ciddi problem yaşıyorlar. Hakan çok ileri çıkmasa da Engin yeterince geriye gelemiyor. O açıdan Hilbert ve Quaresma ciddi bir tehlike yaratabilir. Toraman ve Quaresma’nın TT Arena’daki performansları bunun en güzel örneği. Aynı şekilde sağda Eboue ofansif anlamda etkili de olsa Emre Çolağın yokluğu yerine kim oynarsa oynasın etkisini gösterecektir. Beşiktaş orta alanda Selçuğun topla rahat buluşmasını engellerse, Galatasaray aynı Kadıköy deplasmanında olduğu gibi bocalayabilir.
Muhtemel kadro


Süper Final!

13 Nisan 2012

Fair Play


11 Freunde dergisi, geçen hafta St.Pauli- Union Berlin maçında çok kritik bir golü eli ile attığını dile getiren Ebbers Sepp Blatter’den tebriği alınca unutulmaz fair play davranışlardan bir derleme yapmış. Listeye göz attığımızda 96 şampiyonasından Alpay Özalan’ın Vlaoviç’i düşürmemesi de unutulmamış ve dört numarada yerini almış.
1.Ján Popluhár : 1962 Dünya kupasında Pele’yi savunmakla görevli Popluhár oyun içerisinde Pele’yi düşürür ama hakem oyunu devam ettirir. Ama Popluhár topu alıp devam etmek yerine, hakemin yanına gider ve Pele için oyunun durmasını ister.
2.Włodzimierz Lubański: 72 Berlin Olimpiyat şampiyonu Polonya takımın bir parçası olan Lubański, 1977’deki turnuvada Danimarka’ya karşı oynanan maçta kaleci ile baş başa kalır. Kaleci can havli ile Lubańskinin ayaklarına atlar, istese sıyrılıp golü atabilecek durumdadır ama Lubański ayağını çeker ve kalecinin sakatlanmasını engeller.
3.Frank Ordenewitz:  1988 senesinde oynanan 1.FC Köln-Werder Bremen maçında Köln maçı 1-0’a getirir, ardından ikinci golü ararken ceza sahasında Ordenewitz topa elle müdahele eder. Hakeme yoğun itiraz eden Kölnlü oyunculardan bunalan hakem sorunu çözmek adına Ordenewitz’e sorar ve o da elle oynadığını dile getirir. Gerçi Bremen şampiyonluğu garantilemiştir, o açıdan bu olay çok sorun yaşatmamıştır.
4.Arsene Wenger : 1999 senesinde Arsenal FA Cup’ta Sheffield United ile karşılaşır. Maç 1-1 devam ederken Sheffield’li oyuncu sakatlanır. Dolayısı ile takım arkadaşları topu dışarı atarlar. Bu sırada oyuna yeni giren Kanu durumdan habersiz, arkadaşının rakibe vermesi için attığı topu alır ve kaleye doğru ilerler. Onunla beraber koşan Overmars’a topu çıkarır ve skoru 2-1’e taşırlar. Maç sonrası durumdan rahatsız olan Arsene Wenger maçın tekrarlanmasını ister ve maç federasyon tarafından tekrar oynanır. Maç’ı yine 2-1 kazanır Arsenal ama fair play’e uygun bir şekilde.
5. Paolo di Canio : Senelerce Lazio gibi aşırı sağcı taraftarın tribünlere hakim olduğu bir takımda sembol oyuncu olmuş di Canio’dan gerçeği söylemek gerekirse çok az kişi böyle bir davranış beklerdi. West Ham forması giydiği dönemlerde Everton maçında, ani gelişen West Ham atağında Everton kalecisi yerde kalır. West Ham’lı oyuncular devam ederler. Yapılan orta di Canio’ya gelir ama o topu eline alıp kaleciye yönelir.

6.Miroslav Klose : 2004/05 sezonunda Werder Bremen – Arminia Bielefeld ile karşılaşır.  Klose ceza sahasında düşer ve hakem Fandel penaltı noktasını gösterir. Bielefeld’li oyuncular itiraz ederler, bu sırada Klose hakemin yanına gider ve penaltı olmadığını dile getirir.
7.Franco di Greci : Alman amatör küme maçlarında yaşanan hadiselerde yok değil. TuS Gutenberg ve FV Hochstätten maçında hakem FV Hochstätten’ e penaltı verir. Gutenberg’li iki oyuncu bir biri ile çarpışmıştır oysa. Topun başına geçen di Greci, topu korner bayrağına doğru vurur.
8.Bastian Schweinsteiger: Geçen sezon Stuttgart ile Bayern arasında oynanan kupa maçında Bayern 3-2 öndedir. Orta alanda Boulahrouz, Schweinsteiger’i düşürür. Hakem ikinci sarıdan Boulahrouz’u oyundan atar. Schweinsteiger hakem’e gider ve aslında faul’un doğru olduğunu ama sarılık bir müdahelenin söz konusu olmadığını ifade eder. Hakem kararında değişikliğe gitmez ve maç 6-3 Bayern’in galibiyeti ile biter.
9.Gerald Asamoah : Yine geride bıraktığımız sezonda St.Pauli ile Hannover 96 karşılaşmaktadır. Maç 0-0 devam ederken, hakem St.Pauli lehine aut yerine korner kararı verir. Olayın içindeki Asamoah durumu hakemle paylaşır ve oyun kaleci vuruşu ile tekrar başlar. Maçı son dakikalarda Hannover 1-0 kazanır. Asamoah sene sonu Fair Play ödülüne layık görülür.
Bizim ülkemizde de buna benzer güzellikler olmuyor değil. Mesela Rüştü’nün ‘ Hocam top benden çıktı‘ diyerek hakemi uyarması (hakem kararını değiştirmese de) yada en taze örneği Çanakkale Dardanel – Erzurum Belediye maçı. 11 Freunde ekibi bu olaydan haberdar olsa ilk 10’a dahil ederdi mutlaka. Gerçi bir benzeri Ajax maçında da olmuştu.